HEMEN ARA: +905309118133

Blog

Sakarya avukat, Sakarya boşanma avukatı, Sakarya ceza avukatı, Sakarya icra avukatı ve Adapazarı avukat, Adapazarı boşanma avukatı

Velayet Davaları

Velayet Türk Medeni Kananında; evlilik birliği içerisinde veya evliliğin herhangi bir sebeple sona ermesi ile birlikte çocuğun; eğitim, öğretim ihtiyaçları ile korunmasına yönelik anne veya babaya ya da her iki eşe aynı anda (ortak velayet) verilen görev ve yükümlülüklerdir. Velayet kural olarak on sekiz yaşından küçükler için ya da; on sekiz yaşından büyük olup; hakkında hâkim kararına dayalı olarak kısıtlama kararı olan kişiler için kullanılması mümkündür. Özellikle boşanma davaları sırasında eşler arasında çocuğun velayeti konusunda sıklıkla uyuşmazlıklar meydana gelmektedir. Sakarya boşanma avukatı ve Sakarya aile avukatı olarak velayet davaları başlıklı yazımızda; öncelikle velayet davaları konusunda; boşanmada çocuğun velayeti, velayet değişikliği ve velayet davaları üzerinde durulacaktır.

Velayet Nedir

Türk Medeni Kanunu çerçevesinde velayet nedir sorusuna bir cevap vermek gerekirse; on sekiz yaşından küçük, ya da kısıtlı olan kişilerin; eğitim ve öğretim ihtiyaçları başta olmak üzere, diğer temel bakımlarının sağlanması, bu konudaki ihtiyaçların giderilmesi konularında anne ve babaya verilmiş olan tüm hak ve ödevlerdir. Evlilik birliği devam ettiği sürece çocuğun velayet hakkını anne ve baba ortak olarak kullanmaktadır. Olağan üstü haller dışında çocuğun velayeti anne ve babadan alınarak bir başkasına verilmesi mümkün değildir. Hukukumuzda anne ve baba haricinde çocuğun velayet hakkının kullanılması daha çok “vasi” olarak tanımlanmaktadır. Velayet hakkı anne ve babaya çocuğun doğması ile kendiliğinden tanınmış bir hak iken; vasi ataması hâkim kararı ile mümkündür.

Evlilik Dışı Çocuğun Velayeti

Evlilik dışı çocuğun velayeti 4721 sayılı Türk Medeni Kanunumuzun “anne ve baba evli değilse” başlığı altında 337. Maddesinde düzenlenmiş bir kavramdır. 337. Maddeye göre; evlilik dışı çocuğun velayeti anneye aittir. Evlilik dışı çocuğun velayeti kuralının bir takım istisnaları vardır. Bunlar annenin on sekiz yaşından küçük olması veya annenin ölmüş olması durumlarıdır. Ayrıca çocuğun velayeti herhangi bir sebep ile anneden alınmış olması 337. Maddenin başka bir istisnasıdır. Bu istisnai durumların varlığı halinde; mahkeme çocuğun menfaati doğrultusunda vasi atayabileceği gibi çocuğun velayetini velayet davası ile babaya verme konusunda da bir karar vermesi mümkündür. Ayrıca babanın açacak olması muhtemel babalık davası, tanıma veya evlilik birliğinin kurulması halinde çocuğun velayetinin ortak kullanılması durumları ortaya çıkabilmektedir.

BOŞANMADA ÇOCUĞUN VELAYETİ

Boşanmada çocuğun velayeti konusu uygulamada sıklıkla çekişmeleri boşanma davalarına konu olmaktadır. Velayet veya ortak velayet konusunda eşler arasında bir uyuşmazlığın varlığı halinde çocuğun velayeti sadece anne veya babaya verilebilmektedir. Kural olarak 0 -6 yaş aralığındaki çocukların velayeti istisnalar dışında anne bakımına daha muhtaç olmalarından dolayı anneye verilmektedir. 6 yaşından büyük çocukların; boşanma davalarında velayet konusunda genel hükümler geçerlidir. Mahkeme hâkimi çocuğun velayeti konusunda geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Ancak bu takdir yetkileri kullanılması sırasında çocuğun menfaatinin gözetilmesi zorunludur. Aile mahkemeleri bu konuda zaman zaman pedagog görüşüne başvurmakla beraber; anne ve babanın yaşam tarzı, iş ve meslek hayatı veya kazanç durumlarını dikkate alarak da bir karar vermesi mümkündür.  Boşanmada çocuğun velayeti konusunda genellikle “geçici velayet” ve “ortak velayet” uyuşmazlıkları ortaya çıkmaktadır.

Geçici Velayet

Geçici velayet boşanma davaları devam ederken çocuğun velayetini hangi eşin kullanacağı yönünde ortaya çıkan bir sorundur. Türk Medeni Kanununda geçici velayet konusunda ayrı bir düzenleme yoluna gidilmemiştir. Sakarya boşanma avukatı olarak belirtmek isteriz ki; Geçici önlemler başlığı altında düzenlenen 169. Madde geçici velayeti de kapsamaktadır. Geçici velayet uygulamada sıklıkla tedbiren velayet olarak da adlandırılmaktadır. Tedbiren velayet konusunda hâkim herhangi bir talep olmasa dahi resen karar vermek durumundadır. Tedbiren velayet daha çok bir koruma önlemi durumundadır. Bu nedenle; hâkim boşanma davası sırasında geçici velayeti değiştirmesi mümkündür. Ayrıca hâkim geçici velayet konusunda vermiş olduğu kararında boşanma kararı sonrasında bağlı değildir. Örneğin geçici velayetin boşanma davası devam ederken anneye verilmesi ve boşanma kararı ile birlikte çocuğun geçici velayetinin anneden alınarak babaya verilmesi mümkündür.

VELAYET DAVALARI

Yukarıdaki nedenlerden herhangi birisine dayandırarak velayet davası açması mümkündür. Velayet davaları boşanma davalarında olduğu gibi Aile Mahkemelerinde görülmektedir. Aile Mahkemesi bulunmayan yerlerde ise bu görev Asliye Hukuk Mahkemelerine verilmiştir. Velayet değişikliği davalarında yetkili mahkeme velayet sahibi olan eşin bulunduğu yerdeki Aile Mahkemeleridir. Ancak yetkili mahkemenin bulunduğu yer dışında farklı bir şehirde bulunan eş bulunduğu yer nöbetçi Aile Mahkemesine müracaat ederek velayet değişikliği davası açması mümkündür. 

Görüldüğü üzere velayet davaları da boşanma davaları kadar içerisinde bir çok hukuku bilgi ve işlem içeren davalardır. Bu nedenle gerek çocuğun ve eşlerin menfaati açısından velayet davalarının da boşanma davalarında olduğu gibi boşanma avukatı tarafından yürütülmesinde fayda vardır. Boşanma davaları, velayet davaları veya nafaka davaları konusunda Sakarya boşanma avukatı olarak uzman kadromuzdan her zaman destek almanız mümkündür.

Çocuğun Kaçırılması ve Alıkonulması Suçu

5237 sayılı temel Ceza Kanunumuzun 234. Maddesinde çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçu düzenlenmiştir. Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan farklı olarak çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçu; velayet yetkisi elinden alınmış olan anne ya da baba tarafından veya 3. Derece dahil kan hısımlığı bulunan kişilerin veli ya da vasisi yanından herhangi bir cebir – tehdit kullanmadan kaçırarak alıkonulması şeklinde gerçekleşmektedir.

Tanımdan da anlaşılacağı üzere; daha çok velayet yetkisi elinden alınan anne veya baba tarafından işlenin bir suçtur. Bu nedenle Türk Ceza Kanunun “aile düzenine karşı suçlar” başlığı altında düzenlenmiştir. Çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçu ceza hukuku ile birlikte; aile hukuku kapsamında daha çok velayet ve vasi davalarına da konu olabilmektedir. Bu nedenle ceza avukatı ve aile avukatı özellikle boşanma avukatı tarafından takip edilmesi tavsiye edilen suçlardandır. Sakarya Ceza avukatı ve Sakarya Boşanma avukatı olarak çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçu; ve benzer suçlarda konusunda uzman kadromuzdan destek almanız mümkündür.

cocugun kacirilmasi ve alikonulmasi sucu

Çocuğun Kaçırılması Ve Alıkonulması Suçu Cezası

TCK 234/1, TCK 234/2 ve TCK 234/3 maddelerinde suçun failin seçimlik hareketlerine göre ve mağdur ile fail arasındaki akrabalık ilişkisine göre farklı halleri belirtilmiştir. Buna göre; suçun temel şeklinde belirtiliği gibi “velayet yetkisi kendisinden alınmış olan anne, baba veya 3. Derece kan hısımları tarafından 16 yaşını tamamlamamış çocuğu vasi veya velisi yada bakım – gözetim yükümlüsü yanından herhangi bir cebir ya da tehdit kullanmaksızın kaçırarak alıkonulması halinde fail hakkında “3 ay ile 1 bir arasında hapis cezası öngörülmüştür.

TCK 234/2 maddesinde ise yukarıda belirtilen velayet yetkisi elinden alınmış ana – baba veya 3. Derece kan hısımlarının çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçunu işledikleri sırada cebir veya tehdit kullanması durumunda TCK 234/1 maddesinde belirtilen hürriyeti bağlayıcı cezanın (3 ay ile 1 yıl arasında hapis) yarı oranında arttırılacağı belirtilmiştir. Görüldüğü üzere TCK 234/2 maddesi daha çok çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçunun; daha ağır cezayı gerektiren hali durumundadır.

TCK 234/3 maddesinde ise çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçunun bir başka hali düzenlenmiştir. Buna göre yukarıda belirtilen kanuni temsilcinin yanından kendi rızası ve isteği ile ayrılan çocuğu rızası; dahilinde olmuş olsa dahi yanında tutan kişi “3 ay ile 1 yıl arasında hapis cezası” ile cezalandırılacağı hüküm altına alınmıştır. TCK 234/3 maddesinden de anlaşılacağı üzere 16 yaşını tamamlamamış çocuğun kendi rızası olsa dahi; başkası yanında yakınlarına veya yetkili makamlara haber edilmeksizin tutulması suç olarak tanımlanmıştır. Bu nedenle Sakarya Ceza Avukatı; (Adapazarı Ceza Avukatı) olarak benzer durumlarla karşılaşılması halinde en kısa sürede; durumu yetkililere bildirilmesi gerektiğini hatırlatmak isteriz.

Çocuğun Kaçırılması Ve Alıkonulması Suçunda Şikayet

Çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçunda özellikle; TCK 234/1 ve TCK 234/2 maddeleri aile düzenine karşı suçlar olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenle suçun TCK 234/1 ve TCK 234/2 maddelerinde belirtilen şekilde işlenmesi halinde fail hakkında re’sen soruşturma ve akabinde kovuşturma yapılmaktadır. Bu nedenle suçun vasi yetkisi elinden alınmış ana veya baba hatta 3. Derece kan hısımları tarafından işlenmesi durumları şikayete bağlı değildir. Ancak suçun TCK 234/3 maddesinde belirtililen şekilde işlenmesi halinde fail hakkında gerekli soruşturma ve kovuşturmanın yapılması şikayete bağlıdır. Bu nedenle müştekinin 6 aylık süre zarfından yetkili makamlara müracaat ederek fail hakkında şikayet hakkını kullanmaları gerekmektedir.

Çocuğun Kaçırılması ve Alıkonulması Suçu Yargılama

Yukarıda da belirtildiği gibi TCK 234/1, TCK 234/2 ve TCK 234/3 maddelerinde öngörülen hürriyeti bağlayıcı cezaların miktarı itibariyle çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçunda yargılama görevi Asliye Ceza Mahkemelerindedir. Çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçuna ilişkin yukarıda yapmış olduğumuz bilgilendirmelerden de anlaşılacağı üzere; suçun unsurları çeşitlilik gösterebilmektedir. Bu nedenle ceza avukatı ve boşanma avukatı vasıtasıyla yürütülmesinde fayda olan davalardandır. Sakarya boşanma avukatı ve Sakarya Ceza avukatı olarak bu konuda destek almanız mümkündür.

Taksirle Yaralama Suçu

Temel Ceza Kanunumuz 5237 sayılı; Türk Ceza kanununun vücut dokunulmazlığına karşı suçlar başlığında düzelenmiş olan bir başka suç; Taksirle yaralama suçudur. TCK 89/1 maddesinde suçun temel şekli ve tanımı belirtilmiştir. TCK 89/2 ve TCK 89/3 maddelerinde ise, taksirle yaralama suçu nitelikli halleri ve daha ağır cezayı gerektiren halleri düzenlenmiştir.

Taksirle Yaralama Sucu

Taksirle yaralama suçunun unsurları; suçun nitelikli halleri ve taksirle yaralama suçunun daha ağır cezayı gerektiren halleri hakkında bilgiler vermeden önce; kısaca suçun yasada tanımlanmış hali hakkında bilgi vermek yerinde olacaktır. TKC 89/1 maddesinde suçun tanımı yapılmıştır. Buna göre; Bir başkasının vücuduna taksirle acı verme ya da; kişinin sağlığının bozulmasına neden olma veya kişinin algılama yeteneğinin bozulmasına sebebiyet verme fiilleri taksirle yaralama suçunun konusu oluşturmaktadır. Sakarya ceza avukatı (Adapazarı Ceza Avukatı) olarak gerek suçun mağduru; Gerekse faili açısından cezai yaptırımları itibariyle ceza avukatı; tarafından yürütülmesi gerektiğini düşündüğümüz suçlardan biriside taksirle yaralama suçudur. Ayrıca taksirle yaralama suçu trafik kazaları ile birlikte günümüzde sıkça iş kazaları sonucu meydana gelebilmektedir. Bu nedenle kazanın oluş şekli dikkate alınarak iş avukatından destek alınması gerekebilmektedir.

Taksirle Yaralama Suçunun Unsurları

TCK 89/1 maddesinde suçun tanımından da yola çıkarak yerel mahkemeler ve yüksek yargı organlarınca benimsenmiş olan taksirle yaralama suçunun unsurları özetle aşağıdaki gibidir.

  • Failin eyleminin taksirle gerçekleşmesi mümkün olmalıdır.
  • Sonuçları öngörülebilir olmasına karşın öngörülememiş olmalıdır.
  • Taksirle yaralama fail tarafından istenmemesine karşın söz konusu fiili fail iradi bir hareket ile gerçekleştirmesi gerekmektedir.
  • Failin hareketi ile mağdurun yaralanması arasında illiyet bağının kurulması gerekmektedir.

Yukarıda taksirle yaralama suçunun unsurlarından da anlaşılacağı üzere; benzer suçlarda ceza avukatı oldukça önemli bir yere sahiptir. Özellikle failin hareketi ile mağdurun yaralanması arasında illiyet bağının kurulması ceza hukuku açısından oldukça önemlidir.

Taksirle Yaralama Suçu Cezası

TCK 89/1 maddesinde taksirle yaralama suçunun cezası belirtilmiştir. Buna göre suçun temel şekli ile gerçekleşmesi halinde fail hakkında; Üç ay ile bir yıl arasında hapis cezası ya da adli para cezası öngörülmüştür.

Taksirle Yaralama Suçunda Daha Ağır Cezayı Gerektiren Haller

TCK 89/2 maddesinde ise taksirle yaralama suçunun daha ağır cezayı gerektiren halleri sıralanmıştır. Buna Göre;

  • Mağdurun duyularından ya da organlarından herhangi birisinin sürekli bir suretle zayıflama meydana gelmesi,
  • Taksirle yaralama suçundan dolayı mağdurun vücudunda kemik kırılması meydana gelmiş olması,
  • Mağdurun konuşmasında sürekli bir zorluğa neden olunması,
  • Yüzde sabit ize neden olunması,
  • Mağdurun yaşamını tehlikeye sokacak şekilde yaralanması,
  • Gebi kadının çocuğunun vaktinden önce doğmasına neden olunması

Halinde fail hakkında TCK 89/1 maddesinde belirtilen cezanın yarı oranında arttırılacağı belirtilmiştir. TCK 89/3 maddesinde ise mağdur üzerindeki etkilerine göre taksirle yaralama suçunun; TCK 89/2 maddesine nazaran daha ağır cezayı gerektiren halleri ayrıca sıralanmıştır. Buna göre;

  • Taksirle yaralama fiilinden dolayı mağdurun iyileşme olanağı bulunmayan bir hastalığı veya bitkisel hayata girmesine sebebiyet verilmesi halinde,
  • Mağdurun duyularından ya da organlarından herhangi birisinin işlevini tamamen yitirmesine neden olunması durumunda,
  • Mağdurun konuşma yeteneğini veya çocuk yapma yeteneğinin kaybolmasına,
  • Yüzde sürekli bir suretle değişikliğe,
  • Gebe kadının çocuğunun düşmesine neden olunması halinde yine TCK 89/1 maddesinde belirtilen ceza miktarının bir kat arttırılacağı belirtilmiştir.

Görüldüğü üzere, taksirle yaralama suçu daha ağır cezayı gerektiren hallerde sıralanan durumların gerçekleşmesi durumunda fail hakkında öngörülen cezai miktarlar oldukça fazla olabilmektedir. Bu nedenle taksirle yaralama suçları için gerek mağdurun hakkının savunulmasında gerekse suçun failinin üzerine atılı suçun niteliğinin ve kusur tespitinin yapılması ceza avukatı oldukça önemli bir yere sahipir. Bu konuda Sakarya ceza avukatı olarak her zaman hukuk ofisimizden testek almanız mümkündür.  

Taksirle Yaralama Suçu Şikayet

Bilinçli taksir durumlarının varlığı ile birlikte mağdurun TCK 89/2, TCK 89/3 ve TCK 89/4 ve TCK 89/5 maddelerinde belirtilen şekilde yaralanması durumları haricinde taksirle yaralama suçu şikayete bağlıdır; Suçun bilinçli taksir dışında işlenmesi durumunda fail hakkında gerekli kovuşturmanın yapılması mağdurun şikayetine bağlıdır. Bu nedenle taksirle yaralama suçuna maruz kalan kişilerin altı aylık yasal süre içerisinde şikayet hakkını kullanmaları gerekmektedir.

Taksirle Yaralama Suçunda Yargılama

Suçun ceza alt ve üst sınırları dikkate alındığında taksirle yaralama suçuna ilişkin yargılama görevi Asliye Ceza Mahkemelerindedir. Yetkili mahkeme ise suçun işlenmiş olduğu yer Asliye Ceza Mahkemesindedir. Özellikle bilinçli taksirle yaralama suçlarında bilinçli taksirin varlığının tespiti, mağdurun yaralanmasında failin kusur durumu gibi durumlar göz önüne alındığında Sakarya ceza avukatı olarak; Ceza avukatı vasıtasıyla yürütülmesini düşündüğümüz suçlar arasındadır.

Cezanın Ertelenmesi

Cezanın ertelenmesi 5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 51/1 maddesinde düzenlenmiştir. Her ne kadar cezanın ertelenmesi olarak anılsa da; sadece hapis cezalarının ertelenmesi yasalarımızda yer almaktadır. Cezanın ertelenmesi, sanığa ıslah olması yolunda bir şansın verilmesi olarak düşünülmektedir. Hapis cezasının ertelenmesi başlığı ile düzenlenen TCK 51 maddesinde; cezasının ertelenmesi şartları, denetim süreleri, hapis cezasının ertelenmesinin on sekiz yaşından küçükler ve altmış beş yaşından büyükler için uygulanma şekli düzenlenmiştir. Sakarya Ceza Avukatı (Adapazarı Ceza Avukatı) olarak özellikle hapis cezasının ertelenmesi ve şartları, infazın ertelenmesi, denetim süreleri içinde hükümlüye yüklenen yükümlülükler ve cezanın ertelenmesi kararı ile HAGB farkı (Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararı) hususlarında bilgiler verilecektir.

Cezanin Ertelenmesi
Cezanın Ertelenmesi

Hapis Cezasının Ertelenmesi

Cezanın ertelenmesi kural olarak hapis cezaları için öngörülmüştür. Bu sebeple TCK 51 maddesinde sadece hapis cezasının ertelenmesi kurala bağlanmıştır. Bu nedenle adli para cezalarının ertelenmesi söz konusu olmamaktadır. Ancak hapis cezalarının ertelenmesi de ileride detaylı olarak anlatılacağı üzere bir takım şartlara bağlanmıştır. Hapis cezasının ertelemesi belli koşullara bağlı olarak hükümlü hakkında verilen cezanın cezaevinde infaz ettirilmesinden vazgeçilmesidir.

Cezanın Ertelenmesi Şartları

Cezanın ertelenmesi şartları TCK 51 maddesi ve alt bentlerinde sıralanmıştır. TCK 51 maddesine göre hapis cezasının ertelenme şartları özetle;

  • Hükümlü hakkında verilen hapis cezasının 2 yıl ve daha az olması
  • Hükümlünün hakkında verilecek olan erteleme kararını kabul etmesi
  • Mahkemece sanığın ileride bir daha suç işlemeyeceği konusunda kanaat getirilmesi
  • Mağdurun herhangi bir zararı var ise bu zararın aynen giderilmesi
  • Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı üç aydan fazla bir mahkûmiyetinin bulunmaması gerekmektedir.

Yukarıda cezanın ertelenmesi konusunda belirtilen şartların tümünün bir arada gerçekleşmesi gerekmektedir. Benzer şekilde cezanın ertelenmesi konusunda hâkime takdir yetkisi tanınmış olduğundan mahkeme hâkimi tarafından sanığın başkaca suç işlemeyeceği yönünde bir kanaat oluşmaması halinde cezanın ertelenmesi mümkün değildir.

Cezanın Ertelenmesi Denetim Süresi

Kişinin yaş durumuna cezanın ertelenmesi denetim süreleri göre farklılık göstermektedir. Bu süreler 18 yaşından küçükler ve 65 yaşından büyükler için en fazla 3 yıl iken bu yaş aralıkları dışında kalan için en fazla 5 yıl olarak öngörülmüştür. Ayrıca kural olarak erteleme süresi sanık hakkında verilen mahkûmiyet kararından az olamayacaktır. Örneğin 1 yıl 8 ay hapis cezası almış ve hakkında verilen bu hapis cezasının ertelenmesine karar verilmiş kişi hakkında 1 yıl 8 aydan az bir denetim süresi belirlenememektedir. Her durumda da denetim süresi en 1 yıl ve en fazla 5 yıldır.

Cezanın ertelenmesi konusunda yukarıda belirtilen süreler dâhilinde hükümlü hakkında bağlı bulunduğu Denetimli Serbestlik Şube Müdürlüğünce bir takım yükümlülükler getirilebilmektedir. Bu yükümlülükler; herhangi bir eğitim programına katılma, belirli aralıklarla rehberlik hizmetlerinden yararlanma olabileceği gibi sanığın belli yerlere giriş ve çıkışlarının yasaklanması şeklinde de olabilmektedir. Cezanın ertelenmesi kararına istinaden hükümlünün denetim süresi içinde kendisine yüklenen yükümlülükleri eksiksiz bir şekilde yerine getirmesi halinde üzerine atılı suçlamadan dolayı verilmiş olan hapis cezası infaz edilmiş sayılmaktadır.

Denetim Yükümlülüğünün İhlali

Çoğunlukla hükümlü için öngörülen denetim süresi içinde tekrar suç işlemesi veya Denetimli Serbestlik Şube Müdürlüğünce kendisine yüklenen yükümlülüklere herhangi bir geçerli mazeret bildirmeksizin aykırı davranması ile denetim yükümlülüğünün ihlali gerçekleşmektedir. Denetim yükümlüğünün ihlali sanık hakkında daha önce verilen hürriyeti bağlayıcı cezanın ceza infaz kurumlarında infazına başlanılmasına neden olabilmektedir.

HAGB ve Erteleme Farkı

Cezanın ertelenmesi kararı açıklanmış bir hükmün infazının cezaevinde çektirilmemesi yönünde bir karardır. Ancak Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararında mahkemece kesinleşmiş bir hüküm bulunmamaktadır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararında denetim süresi genel olarak beş yıl iken cezanın ertelenmesinde bu süreler değişiklik gösterebilmektedir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı adli sicil kaydına yansımamaktadır. Ancak cezanın ertelenmesi kararı adli sicil kayıtlarında yansıtılmaktadır.

Kamu Davasının Açılmasının Ertelenmesi

Kamu davasının açılmasının ertelenmesi; cezanın ertelenmesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve infazın ertelenmesi kararlarından farklıdır. Kamu davasının açılmasının ertelenmesi CMK 171/2 maddesinde düzenlenmiştir. Uzlaştırmaya tabi suçlar ile ön ödemeye tabi suçlar hariç olmak üzere kanunda ceza üst sınırı üç yıl ve daha az olan hapis cezaları için Cumhuriyet Savcısının takdiri doğrultusunda; her ne kadar şüpheli hakkında kamu davasının açılmasına yeterli olacak kadar delil mevcut ise de; 5 yıl süre ile kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verilebilmektedir. Ancak soruşturma dosyasında suçtan zarar gören herhangi bir kişinin varlığı halinde Cumhuriyet Savcısının CMK 171/2 maddesine göre vermiş olduğu bu kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararına itiraz hakkı vardır.

İNFAZIN ERTELENMESİ

İnfazın ertelenmesi; hakkında kamu davası açılıp yapılan yargılama sonucu suçu sabit görülerek hüküm kurulan kişiler için uygulanması mümkündür. İnfazın ertelenmesi yönünde karar verme yetkisi Cumhuriyet Savcılarındadır. Hükümlü hakkında infazın ertelenmesi kararı verilebilmesi için aşağıda belirtilen şartların gerçekleşmesi gerekmekle beraber; öncelikle hükümlünün bu yönde geçerli nedenlerini ileri sürerek talepte bulunması gerekmektedir. İnfazın ertelenmesi kural olarak her defasında 1 yılı geçmemek üzere iki kez mümkündür.

5 Yıl Altı Cezalara Erteleme

5 yıl altı cezalara erteleme kararları taksirle işlenen suçlarda verilebilen bir karardır. Bu suçlar, taksirle yaralama, genel güvenliğin taksirle tehlikeye sokulması, trafik güvenliğini taksirle tehlikeye sokmak veya çevrenin taksirle kirletilmesi suçları olabilmektedir.

3 Yıl Altı Cezalara Erteleme

3 yıl altı cezalara erteleme genel olarak taksir unsuru şartı aranmamaktadır. Bu suç kasten yaralama, dolandırıcılık, tehdit, şantaj, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, güveni kötüye kullanma sahtecilik gibi suçlar olabilmektedir. 3 yıl altı cezalara erteleme de kural olarak hükümlü hakkında verilmiş olan hapis cezasının 3 yıl ve daha az olması gerekmektedir.

İnfazın Ertelenme Şartları

İnfazın ertelenme şartları 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 16. Ve 17. Maddelerinde belirtilmiştir. Bu şartlar genel olarak hastalık, gebelik veya hükümlünün ileri süreceği makul başkaca nedenlerden dolayı olabilmektedir. Hükümlünün makul sebepleri; bakmakla yükümlü olduğu kişilerin geçimini sağlaması veya bu kişilerin ciddi bir hastalığının bulunması, ticari faaliyetlerinin veya tarım topraklarının işlenmesi konusundaki zorunluluklar örnek gösterilebilmektedir.

Yukarıda vermiş olduğumuz bilgilerden de anlaşılacağı üzere; Cezanın ertelenmesi, hapis cezasının ertelenmesi ve İnfazın ertelenmesi konuları ceza hukuku alanına girmektedir. Bu nedenle ceza avukatından destek alınması gerekmektedir. Gerek cezaların ertelenmesi veya infazın ertelenmesi konularında Sakarya Ceza Avukatı olarak uzman kadromuzdan destek almanız mümkündür.

Trafik Kazalarında Maddi Manevi Tazminat

Ülkemiz ile birlikte dünya genelinde yaralanma veya ölüm olaylarının sıklıkla gerçekleştiği trafik kazalarında maddi manevi tazminat yükümlülükleri doğabilmektedir. Bu yazımızda trafik kazaları sonucu doğan maddi veya manevi tazminat konuları ile birlikte; ölümlü trafik kazalarında tazminat, yaralamalı trafik kazalarında tazminat; trafik kazalarında sigorta şirketinin sorumluğu ve faili meçhul trafik kazalarında güvence hesabına başvuru yolları ve şartları üzerinde durulacaktır. Sakarya Ceza avukatı ve Sakarya Borçlar hukuku avukatı olarak öncelikle belirtmek isteriz ki; Gerek ölümlü trafik kazalarının gerekse; Yaralamalı trafik kazalarının ayrıca TCK’da suç olarak düzenlenmiş olması nedeniyle trafik kazalarında tazminat konusunda ceza avukatı ve borçlar hukuku avukatı vasıtasıyla yürütülmesi oldukça önemli olduğunu belirtmek isteriz.

Gerek ölümlü trafik kazalarında, gerekse yaralamalı trafik kazaları sonucu doğan maddi tazminat ve manevi tazminatın hukuki kapsamlarının belirtilmesinde fayda vardır.

Trafik Kazalarinda Tazminat

Manevi Tazminat

Manevi tazminat; kişinin kendisine yönelik haksız bir fiilden dolayı duymuş olduğu keder ve üzüntünün doğurmuş olduğu zarardır. Manevi tazminatın oluşması için bir takım şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu şartlar genellikle;

  • Tazminat konusu kişilik haklarının ihlaline dayandırılmalıdır.
  • Hukuka aykırı bir eylem veya fiil sonucu meydana gelmelidir.
  • Manevi zarar ve tazminat yükümlüsünün eylemi arasında illiyet bağı bulunması gerekmektedir.

Maddi Tazminat

Maddi tazminat; manevi tazminata göre daha geniş bir alanı kapsamaktadır. Şöyle ki kişinin mal hukuka aykırı bir eylemden dolayı mal varlığında meydana gelebilecek her türlü eksilme maddi tazminat konusunu oluşturabilmektedir. Manevi tazminatta olduğu gibi maddi tazminat oluşması için bir takım şartların gerçekleşmesi gerekmektedir.

  • Hukuka aykırı bir fiil nedeniyle meydana gelmiş olmalıdır.
  • Kişinin mal varlığında bir eksilme yaratması gerekmektedir.
  • Maddi zarar ile eylem arasında illiyet bağı bulunması gerekmektedir.

Ölümlü Trafik Kazalarında Tazminat

Meydana gelen trafik kazalarında en ağır sonuçların başında ölüm olayının gerçekleşmesi gelmektedir. Ölüm olayı ile sonuçlanan trafik kazaları genel olarak ölümlü trafik kazası olarak anılmaktadır. Ölümlü trafik kazalarında tazminat çoğunlukla; Borçlar Kanunun 53. Maddesinde belirtilen şekillerde oluşmaktadır. Bunlar;

  • Cenaze giderleri
  • Ölüm olayından önce tedavi görülmüş ise; tedavi giderleri
  • Destekten yoksun kalma tazminatı
  • Manevi tazminat

Ölümlü trafik kazaları sonucu tazminat yükümlüğü doğması halinde ileride detaylı olarak belirtilen yasal süreler içerisinde ölenin; eşi, annesi, babası, kardeş veya çocukları, hatta ölenin nişanlısı ölümlü trafik kazası sonucu manevi tazminat veya destekten yoksun kalma tazminatı davası açmaları mümkündür.

Yaralamalı Trafik Kazalarında Tazminat

Ölümlü trafik kazalarına nazaran yaralamalı trafik kazalarında tazminat daha az karşılaşılan bir durumdur. Yaralamalı trafik kazası sonucu oluşabilecek maddi ve manevi nitelikte olan tazminat türleri borçları kanunun 54. Maddesinde belirtilmiştir.

  • Tedavi giderleri
  • Kazanç kaybı
  • Çalışma kaybının yitirilmesi veya azalmasından doğan kayıplar
  • Ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar

Her ne kadar yaralamalı trafik kazalarında tazminat yaralanmanın şiddetine göre değişik miktarlarda olabilmektedir. Örneğin kaza sonucu vücutta meydana gelebilecek kemik kırığı ile; uzuv kaybına neden olan bir yaralamalı trafik kazası arasında miktar yönünden oldukça farklar olabilmektedir.

Tazminat Miktarının Belirlenmesi

Tazminat miktarının belirlenmesi konusunda genel geçerli bir kurallar bütünlüğü bulunmamaktadır. Çoğunlukla olayın oluş şekli ve tarafların kusur durumları dikkate alınarak bir karar verilmektedir. Tazminat miktarının belirlenmesi konusunda çoğunlukla kusur durumu belirleyici öğedir. Şöyle ki gerek manevi tazminat, gerekse maddi tazminat ödenmesinde temel öğe; zarar ile meydana gelen olay arasında illiyet bağının bulunmasıdır. Bu nedenle tazminat yükümlüsünün kusursuzluk hali durumunda kişilere karşı maddi veya manevi tazminat yükümlülüğü oluşmayacaktır. Özellikle manevi tazminat ve destekten yoksun kalma tazminatlarında ölen ile tazminat talebinde bulunan kişinin yakınlığı göz önüne alınarak da bir miktar belirlenmektedir. Bu durumlar göz önüne alındığında tazminat miktarının belirlenmesi oldukça önemlidir. Tazminat alacaklısı veya tazminat yükümlüsü açısından bu miktarlar oldukça fazla olabilmesi ve tazminatın asıl doğuş nedeni ceza hukuku açısından da incelenmesi gereken hususlardan olması nedeniyle ceza avukatından destek alınması oldukça önemlidir. Sakarya ceza avukatı (Adapazarı Ceza avukatı) olarak konusunda uzman personelimizden her zaman destek almanız mümkündür.

Trafik Kazalarında Sigorta Şirketinin Sorumluluğu

Trafik kazalarında sigorta şirketinin sorumluğu müteselsil sorumluluk olarak adlandırılmıştır. Bilindiği üzere karayolları trafik kanununa göre trafikte bulunan her araç zorunlu trafik sigortasını yaptırmak zorundadır. Sigorta poliçesi düzenlendiği sırada her yıl düzenli olarak Hazine ve Maliye Bakanlığının belirlemiş olduğu miktarlarda limitler öngörülmüştür. Tespit edilecek olan maddi veya manevi tazminatın gerçek kişiler ve sigorta şirketinin kusur durumuna göre ödenmesi gerekmektedir. Maliye Bakanlığının belirtmiş olduğu miktarların aşılması durumunda sigorta şirketinin sigorta sahibine rücu hakkı vardır.

Güvence Hesabına Başvuru

Güvence hesabına başvuru, meydana gelen trafik kazasından dolayı yukarıda belirtildiği şekilde meydana gelen ölüm olayları veya yaralanmalarda söz konusudur. Genel olarak sigorta sahibi olmayan ve faili tespit edilemeyen kazalarda güvence hesabına başvuru yapılmaktadır.

Yaralanma Halinde Güvence Hesabına Başvuru İçin Gerekli Belgeler

  • Hastane raporu ve tedavi evrakları
  • Varsa engellilik durumunu gösterir heyet raporu
  • Kaza tespit ve bilirkişi raporu
  • Konu ile ilgili varsa ceza davası kararı

Ölüm Halinde Güvence Hesabına Başvuru İçin Belgeler

  • Kaza tespit ve bilirkişi raporu
  • Ölüm raporu
  • Ceza Yargılaması kararı
  • Nüfus kayıt örneği
  • Ölene ait meslek ve gelir bilgilerini içerir belgeler

Trafik Kazalarında Tazminat Zamanaşımı Süreleri

Trafik kazalarında tazminat zamanaşımı süreleri 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunun 109. Maddesinde belirtilmiştir. Buna göre; trafik kazalarında maddi manevi tazminat için öngörülen zamanaşımı süresi; zararın öğrenilmiş olduğu andan itibaren iki yıl; her durumda ise zamanaşımı süresi on yıl olarak belirtilmiştir.

Dolandırıcılık Suçu ve Cezası

Dolandırıcılık suçu 5237 sayılı TCK’nın 157 ve 158. Maddelerinde basit dolandırıcılık suçu ve cezası ile nitelikli dolandırıcılık olmak üzere ayrı başlık altında düzenlenmiştir. Sakarya ceza avukatı olarak gerek basit dolandırıcılık gerekse; nitelikli dolandırıcılık suçlarının daha anlaşılabilir olması açısından öncelikle ceza hukuku açısından dolandırıcılık suçu; tanımının yapılmasında fayda olduğunu düşünmekteyiz.

Türk Ceza Kanununa göre dolandırıcılık suçu; “hileli davranış ile herhangi bir kimseyi aldatmak suretiyle bu kişinin veya bir başkasının zararına neden olmakla beraber kendisine veya bir başkasına yarar sağlamak” Tanımdan yola çıkarak dolandırıcılık suçunun temelinde “hileli davranış” ve “haksız kazanç” olduğunu söylemek mümkündür.

Dolandiricilik Sucu ve Cezasi

Sakarya ceza avukatı olarak bu yazımızda basit dolandırıcılık suçu ve cezası, nitelikli dolandırıcılık suçu ve cezası hakkında kısa da olsa bilgiler vermeyi amaçladık. Ancak dolandırıcılık suçu unsurları başlığında da detaylı olarak değineceğimiz üzere; basit dolandırcılık ve nitelikli dolandırıcılık suçları oldukça geniş bir alana yayılmıştır. Bu yüzden suçun faili ya da mağduru için dolandırıcılık suçuna ilişkin; soruşturma veya kovuşturmaların ceza avukatı vasıtasıyla yürütülmesinde fayda vardır.

Basit Dolandırıcılık Suçu ve Cezası

Dolandırıcılık suçunun TCK 157 maddesindeki hali uygulamada sıklıkla basit dolandırıcılık suçu olarak adlandırılmaktadır. Şöyle ki TCK 158 maddesine göre ceza alt ve üst sınırların daha azdır. Bu nedenle özellikle; dolandırıcılık suçunda suçun işleniş biçii diğer bir ifade ile failin seçimlik hareketleri suçun kapsamını belirlemektedir. Failin eyleminin TCK 157/1 maddesi kapsamında kalması halinde dolandırıcılık suçu ve cezası; “bir yıl ile beş yıl arasında hapis ve beş bin güne kadar adli para” cezasıdır.

Nitelikli Dolandırıcılık Suçu ve Cezası

Dolandırıcılık suçu işlediği sırada failin kullanmış olduğu hile ve desisenin şiddedi göz önüne alınarak; TCK 158 maddesi ve alt bentlerinde nitelikli dolandırıcılık suçu ve cezası düzenlenmiştir. Buna göre;

  • Dinin İnanç veya Duygular İstismar edilmesi,
  • İçinde bulunulan tehlikeli durumlar veya zor şartlardan yararlanmak suretiyle
  • Kişinin algılama yeteğinin zayıf olmasından faydalanmak suretiyle
  • Kamu kurum veya kuruluşların aracı kılınması ile
  • Kamu kurum ve kuruluşların zararına,
  • Basın yayın organlarının sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle
  • Tacir veya şirket yöneticilerinin ticari faaliyetleri sırasında
  • Serbest meslek sahiplerinin mesleklerinin kendisine vermiş olduğu güveni kötüye kullanması suretiyle
  • Sigorta bedelini almak maksadıyla

Dolandırıcılık suçu işlenmesi halinde fail hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan soruşturma ve kovuşturma yapılmaktadır. Görüldüğü üzere nitelikli dolandırıcılık suçu oldukça geniş bir tanım içermektedir. Failin eyleminin yukarıda belirtilen şekilde gerçekleşmesi halinde; “üç yıl ile on yıl arasında hapis ve beş bin güne kadar adli para cezası” öngörülmüştür.

Daha Ağır Ceza Gerektiren Haller

Dolandırıcılık suçuna ilişkin gerek basit dolandırıcılık gerekse; niteliklikli dolandırıcılık suçunda daha ağır cezayı gerektiren haller TCK 158/3 maddesinde belirtilmiştir. Buna göre; dolandırıcılık suçu üç veya daha fazla kişi halinde işlenmesi halinde yukarıda belirtilen cezaların yarı oranında arttırılacağı belirtilmiştir. Ayrıca suç işlemek için oluşturulmuş örgüt faaliyetleri kapsamında dolandırıcılık suçunun işlenmesi durumuda yukarıda belirtilen cezaların bir kat arttırılacağı öngörülmüştür.

Daha Az Cezayı Gerektiren Haller

TCK 159 maddesi ile dolandırcılığın herhangi bir hukuki ilişkiye dayalı alacağın tahsili amacıyla düzenlenmesi daha az cezayı gerektiren hal olarak nitelendirilmiştir. Buna göre; fail hakkında altı ay ile bir yıl arasında hapis veya adli para cezası öngörülmüştür.

Dolandırıcılık Suçunda Uzlaşma

TCK 157/1 maddesinde belirtilen basit dolandırıcılık suçu uzlaşma kapsamındadır. Bu nedenle fail ile mağdurun soruşturma aşamasında uzlaşması. Veya herhangi bir nedenden ötürü soruşturma aşamasında uzlaşılamaması halinde kovuşturma aşamasında uzlaşılması halinde fail hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ve düşme kararı verilebilmesi mümkündür. Ancak TCK 158 maddesi ve alt bentlerinde belirtilen nitelikli dolandırıcılık suçu uzlaşma kapsamında değildir.

Dolandırıcılık Suçu Unsurları

Yukarıda da belirtildiği gibi dolandırcılık suçunun temelinde hileli veya aldatıcı davranış ve bu davranış nedeniyle elde edilen ekonomik anlamda kazanç yatmaktadır. Bu üç unsurun bir arada gerçekleşmesi halinde dolandırıcılık suçundan bahsetmek mümkündür. Ancak özellikle TCK 158 maddesinde düzenlenmiş nitelikli dolandırıcılık suçunda söz konusu seçimlik hareketlerin gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda ceza avukatından destek alınması kişiler için faydalı olacaktır.

Dolandırıcılık Suçunda Yargılama

TCK 157 maddesinde belirtilen basit dolandırıcılık suçu için yargılama görevi ceza alt ve üst sınırları itibariyle Asliye Ceza Mahkemesindedir. Ancak TCK 158 maddesinde düzenlenmiş nitelikli dolandırıcılık suçu için yargılama görevi ise Ağır Ceza Mahkemeleridir. Basit dolandırıcılık ve nitelikli dolandırıcılık suçlarında her iki durumda da yargılama yetkisi suçun işlenmiş olduğu yer mahkemelerindedir.

 Yukarıda da görüldüğü gibi özellikle nitelikli dolandırıcılık suçunda failin seçimlik hareketleri oldukça fazladır. Ayrıca dolandırıcılık suçunun bir çok özel yasada ve özellikle Anayasamızda “yüz kızartıcı suç” olarak tanımlanmıştır. Dolandırıcılık suçunun unsurları olarak sayılan hileli ve aldatcı davranışların tespiti oldukça önemlidir. Bu nedenle Sakarya Ceza Avukatı olarak her iki suç tipi için soruşturma veya kovuşturmanın ceza avukatı tarafından yürütülmesi gerekmektiğini düşünmekteyiz.

Tam Yargı Davası Nedir?

Tam yargı davası dayanağını Anayasamızdan almaktadır. 1982 sayılı Anayasamızın 125. Maddesine göre; “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır”. Ayrıca idare kendi eylem ve işlemleri nedeniyle doğan zararları ödemekle yükümlüdür. Görüldüğü üzere tam yargı davalarının ve dolayısıyla idare karşı maddi tazminat davaları ile idareye karşı manevi tazminat davalarının kaynağı idari eylem ve işlemlerdir.

tam yargi davalari
TAM YARGI DAVASI

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 12. Maddesine göre tam yargı davaları; iptal davası ile birlikte açılabileceği gibi, iptal davası sonrasında açılması mümkündür. Tam yargı davalarının niteliği itibariyle bir çeşit idareye karşı tazminat davası olduğunu söylemek mümkündür. Tazminatı doğuran en önemli unsur ise kusur ve sorumluluktur. Bu nedenle tam yargı davalarında idarenin, zararın meydana gelmesinde kusurlu veya sorumlu olması gerekmektedir. Bu anlamda tam yargı davalarında “hizmet kusuru” veya “kusursuz sorumluluk” durumlarından herhangi birisinin gerçekleşmesi gerekmektedir. Sakarya idare avukatı olarak ileride detaylandıracağımız üzere idari davalar içerisinde yoğun bir hukuki bilgi ve işlem içeren dava türlerindendir. Bu nedenle tam yargı davaları, iptal davaları veya yürütmenin iptali davalarının idare avukatı vasıtasıyla yürütülmesinde fayda vardır.

Hizmet kusuru; İdari makamların yürütmek zorunda olduğu hizmetleri yerine getirmemesi; eksik veya geç yerine getirmesidir. Hizmet kusuru kavramını bir örnekle açıklamak gerekirse; sağlık hizmetlerinin yerine getirilmesi sırasında teknik donanım yetersizliği; Veya sağlık çalışanlarının yetersiz kalması sonucu tedavinin geç yapılması nedeniyle; hastanın ölmesi ya da başka bir zararının ortaya çıkma hizmet kusuru olarak değerlendirilmektedir. Hizmet kusuru da tam yargı davası oluşturabilmektedir.

Kusursuz sorumluluk; kusursuz sorumluluk genellikle idarenin herhangi bir kusurun bulunmamasına rağmen sorumlu tutulduğu durumlardır. Önlem alınmaması nedeniyle doğal afetlerin vermiş olduğu zararlar kusursuz sorumluluk durumlarına örnek olarak gösterilmektedir.

Yukarıda verilen bilgiler doğrultusunda tam yargı davası nedir sorusuna; idarenin herhangi bir eylem ya da işleminden dolayı meydana gelen zararın tespiti için idare aleyhine açılan tazminat davalarıdır. Şeklinde tanımlamak mümkündür. Tanımdan da anlaşılacağı tam yargı davaları üzere idari işlemler; idari eylemler veya idari sözleşmeler nedeniyle açılması mümkün davalardır.

Tam Yargı Davası Özellikleri

  • İdarenin eylem ve işlemlerine karşı açılmaktadır.
  • İdarenin eylem ve işlemlerinden dolayı meydana gelmiş bir zarar bulunmalıdır.
  • Tam yargı davalarında öncelikle idareye başvurma zorunluluğu vardır
  • Tam yargı davaları iptal kararı ile birlikte açılabileceği gibi; iptal davası kararından sonra da açılması mümkündür.
  • İdari dava türlerinden olması nedeniyle; İdare Mahkemesi ve Vergi Mahkemelerinde açılmaktadır. Ancak bazı durumlarda ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştay nezdinde de tam yargı davası açılması mümkündür.

TAM YARGI DAVALARINDA SÜRELER

Yukarıda belirtildiği üzere; tam yargı davaları idari işlemler, idari eylemler veya idari sözleşmeler nedeniyle açılması mümkündür. Gerek tam yargı davalarını doğuran etkenler, gerekse tam yargı davalarının iptal davası ile birlikte ya da sonrasında açılması durumlarına göre tam yargı davalarında süreler değişiklik göstermektedir. Bu nedenle tam yargı davalarında süreleri ayrı başlıklar altında incelenmesi gerekmektedir. Ancak sakarya idare avukatı olarak öncelikle belirtmek isteriz ki; tam yargı davalarında aşağıda belirtilen sürelere dikkat edilmesi oldukça önemlidir.

İdari Eylemlere Karşı Tam Yargı Dava Süresi

Herhangi bir idari eylemlerden dolayı hakları ihlal edilmiş olan kişi ya da kurumlar, hak ihlalinin gerçekleştiğini öğrenmelerinden itibaren bir yıl içerisinde hal ihlalinin giderilmesini talep etmeleri gerekmektedir. İdari eylemlerinden dolayı doğan hak ihlallerinin her durumda yerine getirilmesi taleplerin ise eylemin yapıldığı tarihten itibaren beş yıl içinde yapılması gerekmektedir. İdari eylemlere karşı yukarıda belirtilen süreler idareye başvuru süreleridir. Bu süreler içerisinde başvurulup yapılıp; red cevabı alınması veya idarenin sükûnetini koruması halinde dava açma süresi altmış gün olarak belirlenmiştir.

İdari İşlemlere Karşı Tam Yargı Dava Süresi

Kararın veya idari işlemin usulünce tebliğ edilmesinden itibaren idari işlemlere karşı tam yargı dava süresi altmış gündür. İdari işlemlerin uygulanması sonucu herhangi bir zarar oluşması halinde dava açma süresi ise idari işlemin uygulama tarihinden itibaren altmış gündür.

İdari Sözleşmelere Karşı Tam Yargı Dava Açma Süresi

Bir idari sözleşmelerden kaynaklanan hak ihlallerine karşı açılacak olan tam yargı davaları için ön görülen zamanaşımı süresi altmış gün olarak belirlenmiştir.

İptal Davası ile Tam Yargı Davasını Birlikte Açılması Halinde Süreler

Tam yargı davasının iptal davası ile birlikte açılması halinde kural olarak iptal davasında öngörülen zamanaşımı süreleri geçerlidir. Bu nedenle tam yargı ile iptal davasının birlikte açılmasında idari eylem ya da işlemin tebliğinden sonra altmış günlük dava açması süresi belirlenmiştir Söz konusu süre vergi davalarında otuz gün olarak belirlenmiştir.

İptal Kararının Sonuçlanmasından Sonra Tam Yargı Dava Açma Süresi

Doğrudan tam yargı davası açılmadan önce iptal davası açılmış ve iptal kararı verilmesinden sonra; iptal kararının tebliğini izleyen altmış günlük süre içerisinde tam yargı davasını açılması gerekmektedir. İptal kararına karşı temyiz yada istinaf veya karar düzeltme yoluna gidilmesi halinde; bu kararların tebliğinden sonra belirtilen süreler işlemeye başlamaktadır.

İDAREYE TAZMİNAT DAVASI

Yukarıda da belirtildiği üzere tam yargı davaları meydana gelen bir zararın varlığı halinde açılmaktadır. İdari davaya konu olan bu zararlar “gerçek zarar” olmalıdır. Ayrıca zararın “özel zarar” niteliğinde belirli kişileri etkilemesi gerekmektedir. Diğer tazminat davalarında olduğu gibi tam yargı davalarında da meydana gelen zarar maddi veya manevi olabilmektedir. Tam yargı davalarında tazminat; idareye karşı maddi tazminat davası ve idareye karşı manevi tazminat davası olarak tabir edilmektedir.

Tam Yargı Davası Maddi Tazminat

Tam yargı davalarında maddi tazminat idarenin eylem ve işlemlerinden kaynaklanan bir maddi zararın söz konusu olması halinde mümkündür. Maddi zarar genel olara; kişinin mal varlığında meydana gelen eksilmeyi ifade etmektedir. Diğer tazminat davalarında olduğu gibi tam yargı tazminat davalarında da miktarın belirlenmesinde zararın telefi edilecek şekilde olup, ancak kişinin haksız bir kazanç sağlamayacağı şeklinde olmasına dikkat edilmektedir.

Tam Yargı Davası Manevi Tazminat

Kişinin idari eylem veya işlemler nedeniyle yaşamış olduğu stres ve üzüntünün karşılığı olarak tam yargı davası manevi tazminat talep edilmektedir. Tam yargı davalarında da manevi tazminatın belirlenmesinde; kişinin haksız eylem ve işlemlerinden dolayı yaşamış olduğu psikolojik çöküntü dikkate alınmaktadır. Tam yargı davalarında manevi tazminat miktarının belirlenmesi çoğunlukla mahkemenin takdiri doğrultusunda yapılmaktadır.

Tam yargı davalarına ilişkin yukarıda verilen bilgiler doğrultusunda; gerek idareye karşı maddi tazminat davaları, gerekse; idareye karşı manevi tazminat davaları, tam yargı davası açılması süreleri içerisinde; bir çok hukuki işlem barındırmaktadır. Bu nedenle bu tür davaların alanında uzman bir hukukçu avukat vasıtasıyla yürütülmesi kişilerin menfaatine olan bir konudur. Sakarya idare avukatı olarak benzer davalarda konusunda uzman kadromuzdan her zaman destek almanız mümkündür.

İstirdat Davası

İstirdat Davası 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunumuzun 72/6-7-8. Maddelerinde düzenlenmiştir. Hukuku sonuçları itibariyle bir çeşit menfi tespit davası olarak nitelendirilmektedir. Herhangi bir nedenle icra takibi kesinleşmesi ve akabinde cebri icra yolu ile alacağın tahsil edilmesinden sonra istirdat davası açılması mümkündür. Uygulamada zaman zaman istirdat davaları; geri isteme davası olarak da anılmaktadır. Ayrıca icra takibinden sonra açılan menfi tespit davası sırasında borcun ödenmesi halinde; menfi tespit davasının istirdat davasına dönüşmesi mümkündür.

İstirdat davası sonucunda davacının lehine bir karar verilmesi halinde; cebri icra yolu ile davacıdan yani borçludan tahsil edilen paranın iade edilmesi hüküm altına alındığından; istirdat davaları bir çeşit “eda davası” olarak da nitelendirilmektedir. İçerisinde icra hukuku ve borçlar hukuku olmak üzere birçok hukuku işlemler içeren dava türlerindendir. Özellikle sebepsiz zenginleşme hükümleri kapsamında değerlendirilen istirdat davalarının icra avukatı ve vasıtasıyla borçlar hukukuna hakim hukukçu icra avukatı desteği ile yürütülmesinde fayda vardır.

ISTIRDAT DAVALARI

İstirdat Davası Şartları

İstirdat Davasının kabul edilerek davacı lehine bir karara bağlanması bir takım şartlara bağlanmıştır. Gerek yerel mahkemelerin gerekse yüksek yargı organların benimsemiş olduğu istirdat davası şartları özetle;

  • Ödemenin icra takibinden sonra yapılmış olması gerekmektedir.
  • Ödemenin cebri icra yolu ile yapılması gerekmektedir.
  • İstirdat davasına konu alacağın iadesi mümkün olan bir borç olmalıdır.
  • Borçlu olunmayan bir alacağın iadesine yönelik olmalıdır.
  • Yasada öngörülen zamanaşımı süresi dolmadan istirdat davasının açılması gerekmektedir.

İstirdat Davası Zamanaşımı

İstirdat davasında zamanaşımı süresi bir çeşit hak düşürücü süre niteliğindedir. İcra ve İflas Kanunun 72/7 maddesine göre; istirdat davaları borcun tamamen ödenmesinden sonra bir (1) yıllık süre içerisinde açılması gerekmektedir. Herhangi bir nedenle istirdat davası zamanaşımı süresinin kaçırılmış olması halinde şartların oluşması durumunda alacaklı diğer bir tabiri ile davalı aleyhine “sebepsiz zenginleşmesi davası” açılması mümkündür.

İstirdat Davası Arabuluculuk

Gerek icra takibinden önce açılan menfi tespit davaları, gerekse icra takibinden sonra açılan menfi tespit davaları ve istirdat davalarında ticari ilişkilerden kaynaklanan uyuşmazlıklar dışındaki dava konularında arabuluculuk şartı bulunmamaktadır. Ancak menfi tespit davası veya istirdat davasının konusunu ticari bir ilişki oluşturması halinde arabuluculuk müessesine başvurma zorunluluğu bulunmaktadır. Arabuluculuk müessesesinin uygulanmaksızın istirdat davasının açılması halinde davanın red edilebileceği unutulmamalıdır. Bu nedenle istirdat davalarında arabuluculuk oldukça önemli bir yere sahiptir.

MENFİ TESPİT DAVASI İCRA TAKİBİNİ DURDURUR MU?

Yukarıda belirtildiği üzere icra takibinden sonra açılan menfi tespit davalarında icra takibi durdurulmaz. Ancak alacağın %15’inden az olmamak koşulu ile teminat gösterilmesi halinde mahkemenin takdir ile icra veznelerindeki paranın alacaklıya ödenmemesi sağlanabilir. Kural olarak menfi tespit davası icra takibini durdurması için davanın icra takibinden önce açılması gerekmektedir. Bu durum icra takibini durduran bir işlem değil, ihtiyati tedbir niteliğinde olmaktadır. İcra takibinden sonra açılan menfi tespit davalarında olduğu gibi ihtiyati tedbir kararı alınması için alacağın %15’inden az olmamak üzere bir teminat gösterilmesi gerekmektedir. Bu nedenle menfi tespit davasının icra takibini durdurmadığını söylemek mümkündür. İstirdat davalarına ilişkin yukarıda verilen bilgilerden de anlaşılacağı üzere; Gerek borçlar hukuku ve gerekse icra hukuku alanında hukuki bilgiler içeren dava türlerindendir. Bu nedenle Sebepsiz zenginleşme hükümleri de dikkate alınarak istirdat davalarının icra hukuku ve borçlar hukukuna hakim icra avukatından destek alınarak yürütülmesi gerekmektedir. Sakarya icra avukatı olarak bu ve benzer konularda uzman kadromuzdan destek almanız mümkündür.

Sebepsiz Zenginleşme

Sebepsiz zenginleşme; Haklı bir sebebe dayanmayan, kişilerin mal varlığında gerçekleşen zenginleşmenin bir başka kişinin mal varlığında meydana getirmiş olduğu eksilmeyi ifade etmektedir. Sebepsiz zenginleşmenin varlığından söz edebilmek için öncelikle her iki durum arasında illiyet bağının bulunması gerekmektedir. Sebepsiz zenginleşmeye ilişkin hükümler 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 77. Maddesinde düzenlenmiştir bir durumdur. Türk Borçlar Kanununun 77. Maddesinde yapılan tanıma göre;

Sebepsiz zenginleşme; Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının mal varlığından veya emeğinden zenginleşen; Bu zenginleşmeyi geri ödemekle yükümlüdür. Bu yükümlülük özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da; Sona ermiş bir sebebi dayanması durumunda olur.

Tanımdan da anlaşılacağı üzere sebepsiz zenginleşmenin konusunu haksız bir şekilde gerçekleşen mal varlığındaki artış oluşturmaktadır. Sakarya icra avukatı olarak sebepsiz zenginleşmeye ilişkin icra takipleri veya hukuk davalarının; İcra avukatı vasıtasıyla yürütülmesini tavsiye etmekteyiz.

SEBEPSIZ ZENGINLESME

Sebepsiz Zenginleşme Davası

Borçlar kanununda yapılan tanıma göre; bir kimsenin zenginleşmesine neden olan durumun iadesi talebi ile açılan davalardır. Sebepsiz zenginleşme davası hukuki sonuçları bakımından istirdat dalarına oldukça benzemektedir.

Sebepsiz zenginleşme davalarına konu olan bir başka durum “borçlanmamış edimin ifası” durumudur. Borçlanmamış edimin ifası borçlar kanunun 78. Maddesinde düzenlenmiştir. Kişi yerine getirmiş olduğu edimi kendisinin borçlu olduğunu zannederek yerine getirmiş olması halinde; borçlanmamış edimin ifasına dolayısıyla sebepsiz zenginleşmeye konu uyuşmazlıklara konu olabilmektedir.

Sebepsiz Zenginleşme Şartları

Sebepsiz zenginleşmenin varlığından bahsedebilmek için bir takım şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu durumda sebepsiz zenginleşmenin şartları özetle;

  • Davalının mal varlığında zenginleşme meydana gelmiş olmalıdır. Sebepsiz zenginleşmenin temel şartı davalının malvarlığında bir artışın meydana gelmiş olmasıdır. Ayrıca mal varlığında meydana gelmesi gereken bir eksilmenin sabit kalması durumunda da sebepsiz zenginleşmenin gerçekleştiği kabul edilebilmektedir.
  • Davacının mal varlığında azalma meydana gelmiş olmalıdır: davacının mal varlığında bir azalma söz konusu olması ya da; davalıyı yeni bir borç yükümlülüğü altına sokması halinde sebepsiz zenginleşmenin unsurlarının gerçekleştiği kabul edilmektedir.
  • Sebepsiz zenginleşmenin şartlarına ilişkin yukarıda belirtilen her iki durum arasında nedensellik bağı diğer bir ifade ile illiyet bağının bulunması gerekmektedir. Sebepsiz zenginleşmede illiyet bağır bir tarafından mal varlığında meydana gelen artışın, diğer tarafın mal varlığında meydana gelen gelmiş olan azalmaya bağlı olarak gerçekleşmesidir.
  • Zenginleşmenin haklı bir sebebe dayanmaması: Sebepsiz zenginleşmenin son şartı söz konusu zenginleşmenin harsız bir sebebe dayanıyor olmasıdır.

Sebepsiz Zenginleşme İcra Takibi

Sebepsiz zenginleşmede icra takibi genellikle, davacının sebepsiz zenginleşmeden dolayı açmış olduğu hukuk mahkemesinin lehine sonuçlanması sonucu mümkündür. Her ne kadar borçlar kanunun 77. Maddesi uyarınca davalının sebepsiz zenginleşmeye konu varlığı iade etmekle yükümlü ise de; bunu yerine getirmemesi halinde sebepsiz zenginleşmeden dolayı davalı hakkında icra takibine başlanılması mümkündür. Ayrıca sebepsiz zenginleşme davalarından önce açılmış olan bir icra takibi sonucunda borcun ödenmesinden sonra ödenen borcun var olmadığı anlaşılması durumunda istirdat davası açılması mümkündür. İstirdat davalarına ilişkin sitemizde mevcut makaleleri incelemek için tıklayınız.

Sebepsiz Zenginleşmede Arabuluculuk

2012 yapılan düzenlemeler ile hukukumuzda büyük ölçüde yer alan arabuluculuk sebepsiz zenginleşme durumlarında da uygulanması mümkündür. Tarafların dava yoluna gitmeden önce sebepsiz zenginleşmede arabuluculuk müessesesinin uygulanmasını isteme hakları mevcuttur. Sebepsiz zenginleşmede iş ve iş veren arasındaki uyuşmazlık veya ticari ilişkiler nedeniyle kaynaklanan sebepsiz zenginleşmeler haricinde diğer durumlar için arabuluculuğa başvuru zorunluluğu bulunmamaktadır.

SEBEPSİZ ZENGİNLEŞME ZAMANAŞIMI

Borçlar Kanunun 82. Maddesinde sebepsiz zenginleşmeye ilişkin zamanaşımı süreleri düzenlenmiştir. Sebepsiz zenginleşmede zamanaşımı bakımından iki farklı süre öngörülmüştür. Buna göre davacının geri isteme hakkının bulunduğunu öğrenmesinden itibaren iki yıllık süre içerisinde sebepsiz zenginleşme davası açması gerekmektedir. Ayrıca her durumda zenginleşmenin gerçekleşmiş olduğu tarihten itibaren on yıllık süre zarfında geri ödeme isteme hakkı zamanaşımına uğramaktadır.

Hizmet Tespit Davası

Hizmet tespit davası, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun 89. Maddesine dayanılarak açılmaktadır. Uygulamada sıklıkla sigorta tespit davası olarak da anılmaktadır. Genel olarak çalışanın sigorta primlerinin hiç ödenmemesi veya eksik ödenmesi sebebiyle açılan bir dava türüdür. Sonuçları itibariyle iş verenin sigortasız işçi çalıştırma cezasına maruz kalabileceği dava türlerindendir. Ancak sigortasız işçi çalıştırma hükümleri saklı olmak kaydı ile hizmet tespit davasının bir takım şartları bulunmaktadır. Sigorta tespit davaları içerisinde yoğun iş hukuku alanında bilgiler içermektedir. Bu nedenle Sakarya İş hukuku avukatı  (Adapazarı İş hukuku avukatı) olarak benzer davaların konusunda uzman hukukçu tarafından yürütülmesi tavsiye edilmektedir.

Hizmet Tespit Davasi

Hizmet Tespit Davası Şartları

  • Çalışan ya da işçi iş sözleşmesinden kaynaklı tüm yükümlülüklerini eksiksiz bir şekilde yerine getirmiş olmalıdır.
  • İşçi ve iş veren arasında kabul görmüş bir hizmet sözleşmesi var olmalıdır.
  • Hizmet tespit davasının zamanaşımı sürelerinin dolmadan önce açılması olması gerekmektedir.
  • İşçinin sigortasız bir şekilde çalıştığının veya sigorta primlerinin eksik ödenmiş olması nedeniyle yetkili kurum sosyal güvenlik kurumu tarafından daha önce bu konuda bir tespitin bulunmaması gerekmektedir.

Sigorta Tespit Davası

İşçi veya çalışan tarafından hizmet tespiti için iş veren aleyhine açılan davalar uygulamada daha çok sigorta tespit davası olarak anılmaktadır. Sigorta tespit davaları ile işçinin sigortasız olarak çalışmış olduğu günlerin tespitinin mahkemece yapılmasına olanak tanıyan davalardır. Hizmet tespit davasının veya sigorta tespit davasının işçi lehine sonuçlanması halinde; çalışanın ödenmeyen veya eksik ödenen günlerden ötürü geriye dönük şekilde sigorta primlerinin ödenmesi gerekmektedir.

HİZMET TESPİT DAVASI ZAMANAŞIMI SÜRELERİ

Hizmet tespit davası zamanaşımı süreleri beş yıl olarak belirlenmiştir. Belirtilen süre zarfından hizmet tespit davası; Veya diğer tabiri ile sigorta tespit davası açılmaması halinde davanın reddedileceği belirtilmektedir. Ancak hizmet tespit davası zamanaşımı sürelerinin bir takım istisnaları mevcuttur.

Hizmet Tespit Davası Zamanaşımı Süreleri İstisnaları

  • İşçiye ait sigorta primlerinin eksik veya hiç yatırılmadığının SGK müfettişlerince tespit edilmiş olması halinde,
  • İşçi statüsünden devlet memurluğuna geçiş halinde,
  • Çalışana ait maaş bordrosunun SGK’ya gönderilmemiş olmasına rağmen işe giriş bildirgesinin SGK’ya gönderilmiş olması durumlarında,
  • Sigorta primlerinin icra yolu ile tahsil edilmiş olması halinde,
  • Sigorta tespit davasına konu olan alacaklar için daha önce verilmiş bir yargı kararı bulunması durumlarında hizmet tespit davası zamanaşımı süreleri işlememektedir.

SİGORTASIZ İŞÇİ ÇALIŞTIRMA NEDİR?

Gerek Sosyal Sigortalar Kanunu; Gerekse İş Kanunu uyarınca; iş veren işçinin işe başladığı andan itibaren durumu; Sosyal Sigortalar Kurumuna bildirmekle yükümlüdür. İş verenin kendisine tanınan süre zarfında işçinin işe başladığını ilgili kuruma bildirmemesi; sigortasız işçi çalıştırma olarak anılmaktadır.

SİGORTASIZ İŞÇİ ÇALIŞTIRMA CEZASI

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 102. Maddesine göre sigortasız işçi çalıştırma cezaları iş verenin mevcut statüsüne göre değişiklik göstermektedir. İşverenin bilanço esasına tabi olarak defter tutması halinde; sigortasız işçi çalıştırma cezası; her yıl için ve her işçi için asgari ücretin otuz sekiz katıdır. Ayrıca iş verenin defter tutmakla yükümlü olmaması halinde; sigortasız işçi çalıştırma cezası her yıl için asgari ücretin yirmi dokuz katı tutarındadır. Son olarak iş verenin diğer defterleri tutmakla yükümlü olması halinde her yıl için asgari ücretin otuz iki katı tutarında sigortasız işçi çalıştırma cezası uygulanmaktadır.

Sigorta tespit davaları ya da hizmet tespit davaları içerisinde bir çok hukuki işlem içeren davalardır. Özellikle sigorta tespit davası zamanaşımı süreleri oldukça dikkat edilmesi gereken hak düşürücü sürelerdendir. Sigorta tespit davaları; Gerek işçi, gerekse iş veren açısından içerisinde bir çok hukuki işlem barındıran davalardan olması nedeniyle Sakarya İş Hukuku Avukatı olarak uzman kadromuzdan destek almanız mümkündür.

Yukarı kaydır
Whatsapp Üzerinden Danışın.