HEMEN ARA: +905309118133

Yazar: Avukat

Cezanın Ertelenmesi

Cezanın ertelenmesi 5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 51/1 maddesinde düzenlenmiştir. Her ne kadar cezanın ertelenmesi olarak anılsa da; sadece hapis cezalarının ertelenmesi yasalarımızda yer almaktadır. Cezanın ertelenmesi, sanığa ıslah olması yolunda bir şansın verilmesi olarak düşünülmektedir. Hapis cezasının ertelenmesi başlığı ile düzenlenen TCK 51 maddesinde; cezasının ertelenmesi şartları, denetim süreleri, hapis cezasının ertelenmesinin on sekiz yaşından küçükler ve altmış beş yaşından büyükler için uygulanma şekli düzenlenmiştir. Sakarya Ceza Avukatı (Adapazarı Ceza Avukatı) olarak özellikle hapis cezasının ertelenmesi ve şartları, infazın ertelenmesi, denetim süreleri içinde hükümlüye yüklenen yükümlülükler ve cezanın ertelenmesi kararı ile HAGB farkı (Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararı) hususlarında bilgiler verilecektir.

Cezanin Ertelenmesi
Cezanın Ertelenmesi

Hapis Cezasının Ertelenmesi

Cezanın ertelenmesi kural olarak hapis cezaları için öngörülmüştür. Bu sebeple TCK 51 maddesinde sadece hapis cezasının ertelenmesi kurala bağlanmıştır. Bu nedenle adli para cezalarının ertelenmesi söz konusu olmamaktadır. Ancak hapis cezalarının ertelenmesi de ileride detaylı olarak anlatılacağı üzere bir takım şartlara bağlanmıştır. Hapis cezasının ertelemesi belli koşullara bağlı olarak hükümlü hakkında verilen cezanın cezaevinde infaz ettirilmesinden vazgeçilmesidir.

Cezanın Ertelenmesi Şartları

Cezanın ertelenmesi şartları TCK 51 maddesi ve alt bentlerinde sıralanmıştır. TCK 51 maddesine göre hapis cezasının ertelenme şartları özetle;

  • Hükümlü hakkında verilen hapis cezasının 2 yıl ve daha az olması
  • Hükümlünün hakkında verilecek olan erteleme kararını kabul etmesi
  • Mahkemece sanığın ileride bir daha suç işlemeyeceği konusunda kanaat getirilmesi
  • Mağdurun herhangi bir zararı var ise bu zararın aynen giderilmesi
  • Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı üç aydan fazla bir mahkûmiyetinin bulunmaması gerekmektedir.

Yukarıda cezanın ertelenmesi konusunda belirtilen şartların tümünün bir arada gerçekleşmesi gerekmektedir. Benzer şekilde cezanın ertelenmesi konusunda hâkime takdir yetkisi tanınmış olduğundan mahkeme hâkimi tarafından sanığın başkaca suç işlemeyeceği yönünde bir kanaat oluşmaması halinde cezanın ertelenmesi mümkün değildir.

Cezanın Ertelenmesi Denetim Süresi

Kişinin yaş durumuna cezanın ertelenmesi denetim süreleri göre farklılık göstermektedir. Bu süreler 18 yaşından küçükler ve 65 yaşından büyükler için en fazla 3 yıl iken bu yaş aralıkları dışında kalan için en fazla 5 yıl olarak öngörülmüştür. Ayrıca kural olarak erteleme süresi sanık hakkında verilen mahkûmiyet kararından az olamayacaktır. Örneğin 1 yıl 8 ay hapis cezası almış ve hakkında verilen bu hapis cezasının ertelenmesine karar verilmiş kişi hakkında 1 yıl 8 aydan az bir denetim süresi belirlenememektedir. Her durumda da denetim süresi en 1 yıl ve en fazla 5 yıldır.

Cezanın ertelenmesi konusunda yukarıda belirtilen süreler dâhilinde hükümlü hakkında bağlı bulunduğu Denetimli Serbestlik Şube Müdürlüğünce bir takım yükümlülükler getirilebilmektedir. Bu yükümlülükler; herhangi bir eğitim programına katılma, belirli aralıklarla rehberlik hizmetlerinden yararlanma olabileceği gibi sanığın belli yerlere giriş ve çıkışlarının yasaklanması şeklinde de olabilmektedir. Cezanın ertelenmesi kararına istinaden hükümlünün denetim süresi içinde kendisine yüklenen yükümlülükleri eksiksiz bir şekilde yerine getirmesi halinde üzerine atılı suçlamadan dolayı verilmiş olan hapis cezası infaz edilmiş sayılmaktadır.

Denetim Yükümlülüğünün İhlali

Çoğunlukla hükümlü için öngörülen denetim süresi içinde tekrar suç işlemesi veya Denetimli Serbestlik Şube Müdürlüğünce kendisine yüklenen yükümlülüklere herhangi bir geçerli mazeret bildirmeksizin aykırı davranması ile denetim yükümlülüğünün ihlali gerçekleşmektedir. Denetim yükümlüğünün ihlali sanık hakkında daha önce verilen hürriyeti bağlayıcı cezanın ceza infaz kurumlarında infazına başlanılmasına neden olabilmektedir.

HAGB ve Erteleme Farkı

Cezanın ertelenmesi kararı açıklanmış bir hükmün infazının cezaevinde çektirilmemesi yönünde bir karardır. Ancak Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararında mahkemece kesinleşmiş bir hüküm bulunmamaktadır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararında denetim süresi genel olarak beş yıl iken cezanın ertelenmesinde bu süreler değişiklik gösterebilmektedir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı adli sicil kaydına yansımamaktadır. Ancak cezanın ertelenmesi kararı adli sicil kayıtlarında yansıtılmaktadır.

Kamu Davasının Açılmasının Ertelenmesi

Kamu davasının açılmasının ertelenmesi; cezanın ertelenmesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve infazın ertelenmesi kararlarından farklıdır. Kamu davasının açılmasının ertelenmesi CMK 171/2 maddesinde düzenlenmiştir. Uzlaştırmaya tabi suçlar ile ön ödemeye tabi suçlar hariç olmak üzere kanunda ceza üst sınırı üç yıl ve daha az olan hapis cezaları için Cumhuriyet Savcısının takdiri doğrultusunda; her ne kadar şüpheli hakkında kamu davasının açılmasına yeterli olacak kadar delil mevcut ise de; 5 yıl süre ile kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verilebilmektedir. Ancak soruşturma dosyasında suçtan zarar gören herhangi bir kişinin varlığı halinde Cumhuriyet Savcısının CMK 171/2 maddesine göre vermiş olduğu bu kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararına itiraz hakkı vardır.

İNFAZIN ERTELENMESİ

İnfazın ertelenmesi; hakkında kamu davası açılıp yapılan yargılama sonucu suçu sabit görülerek hüküm kurulan kişiler için uygulanması mümkündür. İnfazın ertelenmesi yönünde karar verme yetkisi Cumhuriyet Savcılarındadır. Hükümlü hakkında infazın ertelenmesi kararı verilebilmesi için aşağıda belirtilen şartların gerçekleşmesi gerekmekle beraber; öncelikle hükümlünün bu yönde geçerli nedenlerini ileri sürerek talepte bulunması gerekmektedir. İnfazın ertelenmesi kural olarak her defasında 1 yılı geçmemek üzere iki kez mümkündür.

5 Yıl Altı Cezalara Erteleme

5 yıl altı cezalara erteleme kararları taksirle işlenen suçlarda verilebilen bir karardır. Bu suçlar, taksirle yaralama, genel güvenliğin taksirle tehlikeye sokulması, trafik güvenliğini taksirle tehlikeye sokmak veya çevrenin taksirle kirletilmesi suçları olabilmektedir.

3 Yıl Altı Cezalara Erteleme

3 yıl altı cezalara erteleme genel olarak taksir unsuru şartı aranmamaktadır. Bu suç kasten yaralama, dolandırıcılık, tehdit, şantaj, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, güveni kötüye kullanma sahtecilik gibi suçlar olabilmektedir. 3 yıl altı cezalara erteleme de kural olarak hükümlü hakkında verilmiş olan hapis cezasının 3 yıl ve daha az olması gerekmektedir.

İnfazın Ertelenme Şartları

İnfazın ertelenme şartları 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 16. Ve 17. Maddelerinde belirtilmiştir. Bu şartlar genel olarak hastalık, gebelik veya hükümlünün ileri süreceği makul başkaca nedenlerden dolayı olabilmektedir. Hükümlünün makul sebepleri; bakmakla yükümlü olduğu kişilerin geçimini sağlaması veya bu kişilerin ciddi bir hastalığının bulunması, ticari faaliyetlerinin veya tarım topraklarının işlenmesi konusundaki zorunluluklar örnek gösterilebilmektedir.

Yukarıda vermiş olduğumuz bilgilerden de anlaşılacağı üzere; Cezanın ertelenmesi, hapis cezasının ertelenmesi ve İnfazın ertelenmesi konuları ceza hukuku alanına girmektedir. Bu nedenle ceza avukatından destek alınması gerekmektedir. Gerek cezaların ertelenmesi veya infazın ertelenmesi konularında Sakarya Ceza Avukatı olarak uzman kadromuzdan destek almanız mümkündür.

Trafik Kazalarında Maddi Manevi Tazminat

Ülkemiz ile birlikte dünya genelinde yaralanma veya ölüm olaylarının sıklıkla gerçekleştiği trafik kazalarında maddi manevi tazminat yükümlülükleri doğabilmektedir. Bu yazımızda trafik kazaları sonucu doğan maddi veya manevi tazminat konuları ile birlikte; ölümlü trafik kazalarında tazminat, yaralamalı trafik kazalarında tazminat; trafik kazalarında sigorta şirketinin sorumluğu ve faili meçhul trafik kazalarında güvence hesabına başvuru yolları ve şartları üzerinde durulacaktır. Sakarya Ceza avukatı ve Sakarya Borçlar hukuku avukatı olarak öncelikle belirtmek isteriz ki; Gerek ölümlü trafik kazalarının gerekse; Yaralamalı trafik kazalarının ayrıca TCK’da suç olarak düzenlenmiş olması nedeniyle trafik kazalarında tazminat konusunda ceza avukatı ve borçlar hukuku avukatı vasıtasıyla yürütülmesi oldukça önemli olduğunu belirtmek isteriz.

Gerek ölümlü trafik kazalarında, gerekse yaralamalı trafik kazaları sonucu doğan maddi tazminat ve manevi tazminatın hukuki kapsamlarının belirtilmesinde fayda vardır.

Trafik Kazalarinda Tazminat

Manevi Tazminat

Manevi tazminat; kişinin kendisine yönelik haksız bir fiilden dolayı duymuş olduğu keder ve üzüntünün doğurmuş olduğu zarardır. Manevi tazminatın oluşması için bir takım şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu şartlar genellikle;

  • Tazminat konusu kişilik haklarının ihlaline dayandırılmalıdır.
  • Hukuka aykırı bir eylem veya fiil sonucu meydana gelmelidir.
  • Manevi zarar ve tazminat yükümlüsünün eylemi arasında illiyet bağı bulunması gerekmektedir.

Maddi Tazminat

Maddi tazminat; manevi tazminata göre daha geniş bir alanı kapsamaktadır. Şöyle ki kişinin mal hukuka aykırı bir eylemden dolayı mal varlığında meydana gelebilecek her türlü eksilme maddi tazminat konusunu oluşturabilmektedir. Manevi tazminatta olduğu gibi maddi tazminat oluşması için bir takım şartların gerçekleşmesi gerekmektedir.

  • Hukuka aykırı bir fiil nedeniyle meydana gelmiş olmalıdır.
  • Kişinin mal varlığında bir eksilme yaratması gerekmektedir.
  • Maddi zarar ile eylem arasında illiyet bağı bulunması gerekmektedir.

Ölümlü Trafik Kazalarında Tazminat

Meydana gelen trafik kazalarında en ağır sonuçların başında ölüm olayının gerçekleşmesi gelmektedir. Ölüm olayı ile sonuçlanan trafik kazaları genel olarak ölümlü trafik kazası olarak anılmaktadır. Ölümlü trafik kazalarında tazminat çoğunlukla; Borçlar Kanunun 53. Maddesinde belirtilen şekillerde oluşmaktadır. Bunlar;

  • Cenaze giderleri
  • Ölüm olayından önce tedavi görülmüş ise; tedavi giderleri
  • Destekten yoksun kalma tazminatı
  • Manevi tazminat

Ölümlü trafik kazaları sonucu tazminat yükümlüğü doğması halinde ileride detaylı olarak belirtilen yasal süreler içerisinde ölenin; eşi, annesi, babası, kardeş veya çocukları, hatta ölenin nişanlısı ölümlü trafik kazası sonucu manevi tazminat veya destekten yoksun kalma tazminatı davası açmaları mümkündür.

Yaralamalı Trafik Kazalarında Tazminat

Ölümlü trafik kazalarına nazaran yaralamalı trafik kazalarında tazminat daha az karşılaşılan bir durumdur. Yaralamalı trafik kazası sonucu oluşabilecek maddi ve manevi nitelikte olan tazminat türleri borçları kanunun 54. Maddesinde belirtilmiştir.

  • Tedavi giderleri
  • Kazanç kaybı
  • Çalışma kaybının yitirilmesi veya azalmasından doğan kayıplar
  • Ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar

Her ne kadar yaralamalı trafik kazalarında tazminat yaralanmanın şiddetine göre değişik miktarlarda olabilmektedir. Örneğin kaza sonucu vücutta meydana gelebilecek kemik kırığı ile; uzuv kaybına neden olan bir yaralamalı trafik kazası arasında miktar yönünden oldukça farklar olabilmektedir.

Tazminat Miktarının Belirlenmesi

Tazminat miktarının belirlenmesi konusunda genel geçerli bir kurallar bütünlüğü bulunmamaktadır. Çoğunlukla olayın oluş şekli ve tarafların kusur durumları dikkate alınarak bir karar verilmektedir. Tazminat miktarının belirlenmesi konusunda çoğunlukla kusur durumu belirleyici öğedir. Şöyle ki gerek manevi tazminat, gerekse maddi tazminat ödenmesinde temel öğe; zarar ile meydana gelen olay arasında illiyet bağının bulunmasıdır. Bu nedenle tazminat yükümlüsünün kusursuzluk hali durumunda kişilere karşı maddi veya manevi tazminat yükümlülüğü oluşmayacaktır. Özellikle manevi tazminat ve destekten yoksun kalma tazminatlarında ölen ile tazminat talebinde bulunan kişinin yakınlığı göz önüne alınarak da bir miktar belirlenmektedir. Bu durumlar göz önüne alındığında tazminat miktarının belirlenmesi oldukça önemlidir. Tazminat alacaklısı veya tazminat yükümlüsü açısından bu miktarlar oldukça fazla olabilmesi ve tazminatın asıl doğuş nedeni ceza hukuku açısından da incelenmesi gereken hususlardan olması nedeniyle ceza avukatından destek alınması oldukça önemlidir. Sakarya ceza avukatı (Adapazarı Ceza avukatı) olarak konusunda uzman personelimizden her zaman destek almanız mümkündür.

Trafik Kazalarında Sigorta Şirketinin Sorumluluğu

Trafik kazalarında sigorta şirketinin sorumluğu müteselsil sorumluluk olarak adlandırılmıştır. Bilindiği üzere karayolları trafik kanununa göre trafikte bulunan her araç zorunlu trafik sigortasını yaptırmak zorundadır. Sigorta poliçesi düzenlendiği sırada her yıl düzenli olarak Hazine ve Maliye Bakanlığının belirlemiş olduğu miktarlarda limitler öngörülmüştür. Tespit edilecek olan maddi veya manevi tazminatın gerçek kişiler ve sigorta şirketinin kusur durumuna göre ödenmesi gerekmektedir. Maliye Bakanlığının belirtmiş olduğu miktarların aşılması durumunda sigorta şirketinin sigorta sahibine rücu hakkı vardır.

Güvence Hesabına Başvuru

Güvence hesabına başvuru, meydana gelen trafik kazasından dolayı yukarıda belirtildiği şekilde meydana gelen ölüm olayları veya yaralanmalarda söz konusudur. Genel olarak sigorta sahibi olmayan ve faili tespit edilemeyen kazalarda güvence hesabına başvuru yapılmaktadır.

Yaralanma Halinde Güvence Hesabına Başvuru İçin Gerekli Belgeler

  • Hastane raporu ve tedavi evrakları
  • Varsa engellilik durumunu gösterir heyet raporu
  • Kaza tespit ve bilirkişi raporu
  • Konu ile ilgili varsa ceza davası kararı

Ölüm Halinde Güvence Hesabına Başvuru İçin Belgeler

  • Kaza tespit ve bilirkişi raporu
  • Ölüm raporu
  • Ceza Yargılaması kararı
  • Nüfus kayıt örneği
  • Ölene ait meslek ve gelir bilgilerini içerir belgeler

Trafik Kazalarında Tazminat Zamanaşımı Süreleri

Trafik kazalarında tazminat zamanaşımı süreleri 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunun 109. Maddesinde belirtilmiştir. Buna göre; trafik kazalarında maddi manevi tazminat için öngörülen zamanaşımı süresi; zararın öğrenilmiş olduğu andan itibaren iki yıl; her durumda ise zamanaşımı süresi on yıl olarak belirtilmiştir.

Dolandırıcılık Suçu ve Cezası

Dolandırıcılık suçu 5237 sayılı TCK’nın 157 ve 158. Maddelerinde basit dolandırıcılık suçu ve cezası ile nitelikli dolandırıcılık olmak üzere ayrı başlık altında düzenlenmiştir. Sakarya ceza avukatı olarak gerek basit dolandırıcılık gerekse; nitelikli dolandırıcılık suçlarının daha anlaşılabilir olması açısından öncelikle ceza hukuku açısından dolandırıcılık suçu; tanımının yapılmasında fayda olduğunu düşünmekteyiz.

Türk Ceza Kanununa göre dolandırıcılık suçu; “hileli davranış ile herhangi bir kimseyi aldatmak suretiyle bu kişinin veya bir başkasının zararına neden olmakla beraber kendisine veya bir başkasına yarar sağlamak” Tanımdan yola çıkarak dolandırıcılık suçunun temelinde “hileli davranış” ve “haksız kazanç” olduğunu söylemek mümkündür.

Dolandiricilik Sucu ve Cezasi

Sakarya ceza avukatı olarak bu yazımızda basit dolandırıcılık suçu ve cezası, nitelikli dolandırıcılık suçu ve cezası hakkında kısa da olsa bilgiler vermeyi amaçladık. Ancak dolandırıcılık suçu unsurları başlığında da detaylı olarak değineceğimiz üzere; basit dolandırcılık ve nitelikli dolandırıcılık suçları oldukça geniş bir alana yayılmıştır. Bu yüzden suçun faili ya da mağduru için dolandırıcılık suçuna ilişkin; soruşturma veya kovuşturmaların ceza avukatı vasıtasıyla yürütülmesinde fayda vardır.

Basit Dolandırıcılık Suçu ve Cezası

Dolandırıcılık suçunun TCK 157 maddesindeki hali uygulamada sıklıkla basit dolandırıcılık suçu olarak adlandırılmaktadır. Şöyle ki TCK 158 maddesine göre ceza alt ve üst sınırların daha azdır. Bu nedenle özellikle; dolandırıcılık suçunda suçun işleniş biçii diğer bir ifade ile failin seçimlik hareketleri suçun kapsamını belirlemektedir. Failin eyleminin TCK 157/1 maddesi kapsamında kalması halinde dolandırıcılık suçu ve cezası; “bir yıl ile beş yıl arasında hapis ve beş bin güne kadar adli para” cezasıdır.

Nitelikli Dolandırıcılık Suçu ve Cezası

Dolandırıcılık suçu işlediği sırada failin kullanmış olduğu hile ve desisenin şiddedi göz önüne alınarak; TCK 158 maddesi ve alt bentlerinde nitelikli dolandırıcılık suçu ve cezası düzenlenmiştir. Buna göre;

  • Dinin İnanç veya Duygular İstismar edilmesi,
  • İçinde bulunulan tehlikeli durumlar veya zor şartlardan yararlanmak suretiyle
  • Kişinin algılama yeteğinin zayıf olmasından faydalanmak suretiyle
  • Kamu kurum veya kuruluşların aracı kılınması ile
  • Kamu kurum ve kuruluşların zararına,
  • Basın yayın organlarının sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle
  • Tacir veya şirket yöneticilerinin ticari faaliyetleri sırasında
  • Serbest meslek sahiplerinin mesleklerinin kendisine vermiş olduğu güveni kötüye kullanması suretiyle
  • Sigorta bedelini almak maksadıyla

Dolandırıcılık suçu işlenmesi halinde fail hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan soruşturma ve kovuşturma yapılmaktadır. Görüldüğü üzere nitelikli dolandırıcılık suçu oldukça geniş bir tanım içermektedir. Failin eyleminin yukarıda belirtilen şekilde gerçekleşmesi halinde; “üç yıl ile on yıl arasında hapis ve beş bin güne kadar adli para cezası” öngörülmüştür.

Daha Ağır Ceza Gerektiren Haller

Dolandırıcılık suçuna ilişkin gerek basit dolandırıcılık gerekse; niteliklikli dolandırıcılık suçunda daha ağır cezayı gerektiren haller TCK 158/3 maddesinde belirtilmiştir. Buna göre; dolandırıcılık suçu üç veya daha fazla kişi halinde işlenmesi halinde yukarıda belirtilen cezaların yarı oranında arttırılacağı belirtilmiştir. Ayrıca suç işlemek için oluşturulmuş örgüt faaliyetleri kapsamında dolandırıcılık suçunun işlenmesi durumuda yukarıda belirtilen cezaların bir kat arttırılacağı öngörülmüştür.

Daha Az Cezayı Gerektiren Haller

TCK 159 maddesi ile dolandırcılığın herhangi bir hukuki ilişkiye dayalı alacağın tahsili amacıyla düzenlenmesi daha az cezayı gerektiren hal olarak nitelendirilmiştir. Buna göre; fail hakkında altı ay ile bir yıl arasında hapis veya adli para cezası öngörülmüştür.

Dolandırıcılık Suçunda Uzlaşma

TCK 157/1 maddesinde belirtilen basit dolandırıcılık suçu uzlaşma kapsamındadır. Bu nedenle fail ile mağdurun soruşturma aşamasında uzlaşması. Veya herhangi bir nedenden ötürü soruşturma aşamasında uzlaşılamaması halinde kovuşturma aşamasında uzlaşılması halinde fail hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ve düşme kararı verilebilmesi mümkündür. Ancak TCK 158 maddesi ve alt bentlerinde belirtilen nitelikli dolandırıcılık suçu uzlaşma kapsamında değildir.

Dolandırıcılık Suçu Unsurları

Yukarıda da belirtildiği gibi dolandırcılık suçunun temelinde hileli veya aldatıcı davranış ve bu davranış nedeniyle elde edilen ekonomik anlamda kazanç yatmaktadır. Bu üç unsurun bir arada gerçekleşmesi halinde dolandırıcılık suçundan bahsetmek mümkündür. Ancak özellikle TCK 158 maddesinde düzenlenmiş nitelikli dolandırıcılık suçunda söz konusu seçimlik hareketlerin gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda ceza avukatından destek alınması kişiler için faydalı olacaktır.

Dolandırıcılık Suçunda Yargılama

TCK 157 maddesinde belirtilen basit dolandırıcılık suçu için yargılama görevi ceza alt ve üst sınırları itibariyle Asliye Ceza Mahkemesindedir. Ancak TCK 158 maddesinde düzenlenmiş nitelikli dolandırıcılık suçu için yargılama görevi ise Ağır Ceza Mahkemeleridir. Basit dolandırıcılık ve nitelikli dolandırıcılık suçlarında her iki durumda da yargılama yetkisi suçun işlenmiş olduğu yer mahkemelerindedir.

 Yukarıda da görüldüğü gibi özellikle nitelikli dolandırıcılık suçunda failin seçimlik hareketleri oldukça fazladır. Ayrıca dolandırıcılık suçunun bir çok özel yasada ve özellikle Anayasamızda “yüz kızartıcı suç” olarak tanımlanmıştır. Dolandırıcılık suçunun unsurları olarak sayılan hileli ve aldatcı davranışların tespiti oldukça önemlidir. Bu nedenle Sakarya Ceza Avukatı olarak her iki suç tipi için soruşturma veya kovuşturmanın ceza avukatı tarafından yürütülmesi gerekmektiğini düşünmekteyiz.

Tam Yargı Davası Nedir?

Tam yargı davası dayanağını Anayasamızdan almaktadır. 1982 sayılı Anayasamızın 125. Maddesine göre; “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır”. Ayrıca idare kendi eylem ve işlemleri nedeniyle doğan zararları ödemekle yükümlüdür. Görüldüğü üzere tam yargı davalarının ve dolayısıyla idare karşı maddi tazminat davaları ile idareye karşı manevi tazminat davalarının kaynağı idari eylem ve işlemlerdir.

tam yargi davalari
TAM YARGI DAVASI

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 12. Maddesine göre tam yargı davaları; iptal davası ile birlikte açılabileceği gibi, iptal davası sonrasında açılması mümkündür. Tam yargı davalarının niteliği itibariyle bir çeşit idareye karşı tazminat davası olduğunu söylemek mümkündür. Tazminatı doğuran en önemli unsur ise kusur ve sorumluluktur. Bu nedenle tam yargı davalarında idarenin, zararın meydana gelmesinde kusurlu veya sorumlu olması gerekmektedir. Bu anlamda tam yargı davalarında “hizmet kusuru” veya “kusursuz sorumluluk” durumlarından herhangi birisinin gerçekleşmesi gerekmektedir. Sakarya idare avukatı olarak ileride detaylandıracağımız üzere idari davalar içerisinde yoğun bir hukuki bilgi ve işlem içeren dava türlerindendir. Bu nedenle tam yargı davaları, iptal davaları veya yürütmenin iptali davalarının idare avukatı vasıtasıyla yürütülmesinde fayda vardır.

Hizmet kusuru; İdari makamların yürütmek zorunda olduğu hizmetleri yerine getirmemesi; eksik veya geç yerine getirmesidir. Hizmet kusuru kavramını bir örnekle açıklamak gerekirse; sağlık hizmetlerinin yerine getirilmesi sırasında teknik donanım yetersizliği; Veya sağlık çalışanlarının yetersiz kalması sonucu tedavinin geç yapılması nedeniyle; hastanın ölmesi ya da başka bir zararının ortaya çıkma hizmet kusuru olarak değerlendirilmektedir. Hizmet kusuru da tam yargı davası oluşturabilmektedir.

Kusursuz sorumluluk; kusursuz sorumluluk genellikle idarenin herhangi bir kusurun bulunmamasına rağmen sorumlu tutulduğu durumlardır. Önlem alınmaması nedeniyle doğal afetlerin vermiş olduğu zararlar kusursuz sorumluluk durumlarına örnek olarak gösterilmektedir.

Yukarıda verilen bilgiler doğrultusunda tam yargı davası nedir sorusuna; idarenin herhangi bir eylem ya da işleminden dolayı meydana gelen zararın tespiti için idare aleyhine açılan tazminat davalarıdır. Şeklinde tanımlamak mümkündür. Tanımdan da anlaşılacağı tam yargı davaları üzere idari işlemler; idari eylemler veya idari sözleşmeler nedeniyle açılması mümkün davalardır.

Tam Yargı Davası Özellikleri

  • İdarenin eylem ve işlemlerine karşı açılmaktadır.
  • İdarenin eylem ve işlemlerinden dolayı meydana gelmiş bir zarar bulunmalıdır.
  • Tam yargı davalarında öncelikle idareye başvurma zorunluluğu vardır
  • Tam yargı davaları iptal kararı ile birlikte açılabileceği gibi; iptal davası kararından sonra da açılması mümkündür.
  • İdari dava türlerinden olması nedeniyle; İdare Mahkemesi ve Vergi Mahkemelerinde açılmaktadır. Ancak bazı durumlarda ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştay nezdinde de tam yargı davası açılması mümkündür.

TAM YARGI DAVALARINDA SÜRELER

Yukarıda belirtildiği üzere; tam yargı davaları idari işlemler, idari eylemler veya idari sözleşmeler nedeniyle açılması mümkündür. Gerek tam yargı davalarını doğuran etkenler, gerekse tam yargı davalarının iptal davası ile birlikte ya da sonrasında açılması durumlarına göre tam yargı davalarında süreler değişiklik göstermektedir. Bu nedenle tam yargı davalarında süreleri ayrı başlıklar altında incelenmesi gerekmektedir. Ancak sakarya idare avukatı olarak öncelikle belirtmek isteriz ki; tam yargı davalarında aşağıda belirtilen sürelere dikkat edilmesi oldukça önemlidir.

İdari Eylemlere Karşı Tam Yargı Dava Süresi

Herhangi bir idari eylemlerden dolayı hakları ihlal edilmiş olan kişi ya da kurumlar, hak ihlalinin gerçekleştiğini öğrenmelerinden itibaren bir yıl içerisinde hal ihlalinin giderilmesini talep etmeleri gerekmektedir. İdari eylemlerinden dolayı doğan hak ihlallerinin her durumda yerine getirilmesi taleplerin ise eylemin yapıldığı tarihten itibaren beş yıl içinde yapılması gerekmektedir. İdari eylemlere karşı yukarıda belirtilen süreler idareye başvuru süreleridir. Bu süreler içerisinde başvurulup yapılıp; red cevabı alınması veya idarenin sükûnetini koruması halinde dava açma süresi altmış gün olarak belirlenmiştir.

İdari İşlemlere Karşı Tam Yargı Dava Süresi

Kararın veya idari işlemin usulünce tebliğ edilmesinden itibaren idari işlemlere karşı tam yargı dava süresi altmış gündür. İdari işlemlerin uygulanması sonucu herhangi bir zarar oluşması halinde dava açma süresi ise idari işlemin uygulama tarihinden itibaren altmış gündür.

İdari Sözleşmelere Karşı Tam Yargı Dava Açma Süresi

Bir idari sözleşmelerden kaynaklanan hak ihlallerine karşı açılacak olan tam yargı davaları için ön görülen zamanaşımı süresi altmış gün olarak belirlenmiştir.

İptal Davası ile Tam Yargı Davasını Birlikte Açılması Halinde Süreler

Tam yargı davasının iptal davası ile birlikte açılması halinde kural olarak iptal davasında öngörülen zamanaşımı süreleri geçerlidir. Bu nedenle tam yargı ile iptal davasının birlikte açılmasında idari eylem ya da işlemin tebliğinden sonra altmış günlük dava açması süresi belirlenmiştir Söz konusu süre vergi davalarında otuz gün olarak belirlenmiştir.

İptal Kararının Sonuçlanmasından Sonra Tam Yargı Dava Açma Süresi

Doğrudan tam yargı davası açılmadan önce iptal davası açılmış ve iptal kararı verilmesinden sonra; iptal kararının tebliğini izleyen altmış günlük süre içerisinde tam yargı davasını açılması gerekmektedir. İptal kararına karşı temyiz yada istinaf veya karar düzeltme yoluna gidilmesi halinde; bu kararların tebliğinden sonra belirtilen süreler işlemeye başlamaktadır.

İDAREYE TAZMİNAT DAVASI

Yukarıda da belirtildiği üzere tam yargı davaları meydana gelen bir zararın varlığı halinde açılmaktadır. İdari davaya konu olan bu zararlar “gerçek zarar” olmalıdır. Ayrıca zararın “özel zarar” niteliğinde belirli kişileri etkilemesi gerekmektedir. Diğer tazminat davalarında olduğu gibi tam yargı davalarında da meydana gelen zarar maddi veya manevi olabilmektedir. Tam yargı davalarında tazminat; idareye karşı maddi tazminat davası ve idareye karşı manevi tazminat davası olarak tabir edilmektedir.

Tam Yargı Davası Maddi Tazminat

Tam yargı davalarında maddi tazminat idarenin eylem ve işlemlerinden kaynaklanan bir maddi zararın söz konusu olması halinde mümkündür. Maddi zarar genel olara; kişinin mal varlığında meydana gelen eksilmeyi ifade etmektedir. Diğer tazminat davalarında olduğu gibi tam yargı tazminat davalarında da miktarın belirlenmesinde zararın telefi edilecek şekilde olup, ancak kişinin haksız bir kazanç sağlamayacağı şeklinde olmasına dikkat edilmektedir.

Tam Yargı Davası Manevi Tazminat

Kişinin idari eylem veya işlemler nedeniyle yaşamış olduğu stres ve üzüntünün karşılığı olarak tam yargı davası manevi tazminat talep edilmektedir. Tam yargı davalarında da manevi tazminatın belirlenmesinde; kişinin haksız eylem ve işlemlerinden dolayı yaşamış olduğu psikolojik çöküntü dikkate alınmaktadır. Tam yargı davalarında manevi tazminat miktarının belirlenmesi çoğunlukla mahkemenin takdiri doğrultusunda yapılmaktadır.

Tam yargı davalarına ilişkin yukarıda verilen bilgiler doğrultusunda; gerek idareye karşı maddi tazminat davaları, gerekse; idareye karşı manevi tazminat davaları, tam yargı davası açılması süreleri içerisinde; bir çok hukuki işlem barındırmaktadır. Bu nedenle bu tür davaların alanında uzman bir hukukçu avukat vasıtasıyla yürütülmesi kişilerin menfaatine olan bir konudur. Sakarya idare avukatı olarak benzer davalarda konusunda uzman kadromuzdan her zaman destek almanız mümkündür.

İstirdat Davası

İstirdat Davası 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunumuzun 72/6-7-8. Maddelerinde düzenlenmiştir. Hukuku sonuçları itibariyle bir çeşit menfi tespit davası olarak nitelendirilmektedir. Herhangi bir nedenle icra takibi kesinleşmesi ve akabinde cebri icra yolu ile alacağın tahsil edilmesinden sonra istirdat davası açılması mümkündür. Uygulamada zaman zaman istirdat davaları; geri isteme davası olarak da anılmaktadır. Ayrıca icra takibinden sonra açılan menfi tespit davası sırasında borcun ödenmesi halinde; menfi tespit davasının istirdat davasına dönüşmesi mümkündür.

İstirdat davası sonucunda davacının lehine bir karar verilmesi halinde; cebri icra yolu ile davacıdan yani borçludan tahsil edilen paranın iade edilmesi hüküm altına alındığından; istirdat davaları bir çeşit “eda davası” olarak da nitelendirilmektedir. İçerisinde icra hukuku ve borçlar hukuku olmak üzere birçok hukuku işlemler içeren dava türlerindendir. Özellikle sebepsiz zenginleşme hükümleri kapsamında değerlendirilen istirdat davalarının icra avukatı ve vasıtasıyla borçlar hukukuna hakim hukukçu icra avukatı desteği ile yürütülmesinde fayda vardır.

ISTIRDAT DAVALARI

İstirdat Davası Şartları

İstirdat Davasının kabul edilerek davacı lehine bir karara bağlanması bir takım şartlara bağlanmıştır. Gerek yerel mahkemelerin gerekse yüksek yargı organların benimsemiş olduğu istirdat davası şartları özetle;

  • Ödemenin icra takibinden sonra yapılmış olması gerekmektedir.
  • Ödemenin cebri icra yolu ile yapılması gerekmektedir.
  • İstirdat davasına konu alacağın iadesi mümkün olan bir borç olmalıdır.
  • Borçlu olunmayan bir alacağın iadesine yönelik olmalıdır.
  • Yasada öngörülen zamanaşımı süresi dolmadan istirdat davasının açılması gerekmektedir.

İstirdat Davası Zamanaşımı

İstirdat davasında zamanaşımı süresi bir çeşit hak düşürücü süre niteliğindedir. İcra ve İflas Kanunun 72/7 maddesine göre; istirdat davaları borcun tamamen ödenmesinden sonra bir (1) yıllık süre içerisinde açılması gerekmektedir. Herhangi bir nedenle istirdat davası zamanaşımı süresinin kaçırılmış olması halinde şartların oluşması durumunda alacaklı diğer bir tabiri ile davalı aleyhine “sebepsiz zenginleşmesi davası” açılması mümkündür.

İstirdat Davası Arabuluculuk

Gerek icra takibinden önce açılan menfi tespit davaları, gerekse icra takibinden sonra açılan menfi tespit davaları ve istirdat davalarında ticari ilişkilerden kaynaklanan uyuşmazlıklar dışındaki dava konularında arabuluculuk şartı bulunmamaktadır. Ancak menfi tespit davası veya istirdat davasının konusunu ticari bir ilişki oluşturması halinde arabuluculuk müessesine başvurma zorunluluğu bulunmaktadır. Arabuluculuk müessesesinin uygulanmaksızın istirdat davasının açılması halinde davanın red edilebileceği unutulmamalıdır. Bu nedenle istirdat davalarında arabuluculuk oldukça önemli bir yere sahiptir.

MENFİ TESPİT DAVASI İCRA TAKİBİNİ DURDURUR MU?

Yukarıda belirtildiği üzere icra takibinden sonra açılan menfi tespit davalarında icra takibi durdurulmaz. Ancak alacağın %15’inden az olmamak koşulu ile teminat gösterilmesi halinde mahkemenin takdir ile icra veznelerindeki paranın alacaklıya ödenmemesi sağlanabilir. Kural olarak menfi tespit davası icra takibini durdurması için davanın icra takibinden önce açılması gerekmektedir. Bu durum icra takibini durduran bir işlem değil, ihtiyati tedbir niteliğinde olmaktadır. İcra takibinden sonra açılan menfi tespit davalarında olduğu gibi ihtiyati tedbir kararı alınması için alacağın %15’inden az olmamak üzere bir teminat gösterilmesi gerekmektedir. Bu nedenle menfi tespit davasının icra takibini durdurmadığını söylemek mümkündür. İstirdat davalarına ilişkin yukarıda verilen bilgilerden de anlaşılacağı üzere; Gerek borçlar hukuku ve gerekse icra hukuku alanında hukuki bilgiler içeren dava türlerindendir. Bu nedenle Sebepsiz zenginleşme hükümleri de dikkate alınarak istirdat davalarının icra hukuku ve borçlar hukukuna hakim icra avukatından destek alınarak yürütülmesi gerekmektedir. Sakarya icra avukatı olarak bu ve benzer konularda uzman kadromuzdan destek almanız mümkündür.

Sebepsiz Zenginleşme

Sebepsiz zenginleşme; Haklı bir sebebe dayanmayan, kişilerin mal varlığında gerçekleşen zenginleşmenin bir başka kişinin mal varlığında meydana getirmiş olduğu eksilmeyi ifade etmektedir. Sebepsiz zenginleşmenin varlığından söz edebilmek için öncelikle her iki durum arasında illiyet bağının bulunması gerekmektedir. Sebepsiz zenginleşmeye ilişkin hükümler 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 77. Maddesinde düzenlenmiştir bir durumdur. Türk Borçlar Kanununun 77. Maddesinde yapılan tanıma göre;

Sebepsiz zenginleşme; Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının mal varlığından veya emeğinden zenginleşen; Bu zenginleşmeyi geri ödemekle yükümlüdür. Bu yükümlülük özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da; Sona ermiş bir sebebi dayanması durumunda olur.

Tanımdan da anlaşılacağı üzere sebepsiz zenginleşmenin konusunu haksız bir şekilde gerçekleşen mal varlığındaki artış oluşturmaktadır. Sakarya icra avukatı olarak sebepsiz zenginleşmeye ilişkin icra takipleri veya hukuk davalarının; İcra avukatı vasıtasıyla yürütülmesini tavsiye etmekteyiz.

SEBEPSIZ ZENGINLESME

Sebepsiz Zenginleşme Davası

Borçlar kanununda yapılan tanıma göre; bir kimsenin zenginleşmesine neden olan durumun iadesi talebi ile açılan davalardır. Sebepsiz zenginleşme davası hukuki sonuçları bakımından istirdat dalarına oldukça benzemektedir.

Sebepsiz zenginleşme davalarına konu olan bir başka durum “borçlanmamış edimin ifası” durumudur. Borçlanmamış edimin ifası borçlar kanunun 78. Maddesinde düzenlenmiştir. Kişi yerine getirmiş olduğu edimi kendisinin borçlu olduğunu zannederek yerine getirmiş olması halinde; borçlanmamış edimin ifasına dolayısıyla sebepsiz zenginleşmeye konu uyuşmazlıklara konu olabilmektedir.

Sebepsiz Zenginleşme Şartları

Sebepsiz zenginleşmenin varlığından bahsedebilmek için bir takım şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu durumda sebepsiz zenginleşmenin şartları özetle;

  • Davalının mal varlığında zenginleşme meydana gelmiş olmalıdır. Sebepsiz zenginleşmenin temel şartı davalının malvarlığında bir artışın meydana gelmiş olmasıdır. Ayrıca mal varlığında meydana gelmesi gereken bir eksilmenin sabit kalması durumunda da sebepsiz zenginleşmenin gerçekleştiği kabul edilebilmektedir.
  • Davacının mal varlığında azalma meydana gelmiş olmalıdır: davacının mal varlığında bir azalma söz konusu olması ya da; davalıyı yeni bir borç yükümlülüğü altına sokması halinde sebepsiz zenginleşmenin unsurlarının gerçekleştiği kabul edilmektedir.
  • Sebepsiz zenginleşmenin şartlarına ilişkin yukarıda belirtilen her iki durum arasında nedensellik bağı diğer bir ifade ile illiyet bağının bulunması gerekmektedir. Sebepsiz zenginleşmede illiyet bağır bir tarafından mal varlığında meydana gelen artışın, diğer tarafın mal varlığında meydana gelen gelmiş olan azalmaya bağlı olarak gerçekleşmesidir.
  • Zenginleşmenin haklı bir sebebe dayanmaması: Sebepsiz zenginleşmenin son şartı söz konusu zenginleşmenin harsız bir sebebe dayanıyor olmasıdır.

Sebepsiz Zenginleşme İcra Takibi

Sebepsiz zenginleşmede icra takibi genellikle, davacının sebepsiz zenginleşmeden dolayı açmış olduğu hukuk mahkemesinin lehine sonuçlanması sonucu mümkündür. Her ne kadar borçlar kanunun 77. Maddesi uyarınca davalının sebepsiz zenginleşmeye konu varlığı iade etmekle yükümlü ise de; bunu yerine getirmemesi halinde sebepsiz zenginleşmeden dolayı davalı hakkında icra takibine başlanılması mümkündür. Ayrıca sebepsiz zenginleşme davalarından önce açılmış olan bir icra takibi sonucunda borcun ödenmesinden sonra ödenen borcun var olmadığı anlaşılması durumunda istirdat davası açılması mümkündür. İstirdat davalarına ilişkin sitemizde mevcut makaleleri incelemek için tıklayınız.

Sebepsiz Zenginleşmede Arabuluculuk

2012 yapılan düzenlemeler ile hukukumuzda büyük ölçüde yer alan arabuluculuk sebepsiz zenginleşme durumlarında da uygulanması mümkündür. Tarafların dava yoluna gitmeden önce sebepsiz zenginleşmede arabuluculuk müessesesinin uygulanmasını isteme hakları mevcuttur. Sebepsiz zenginleşmede iş ve iş veren arasındaki uyuşmazlık veya ticari ilişkiler nedeniyle kaynaklanan sebepsiz zenginleşmeler haricinde diğer durumlar için arabuluculuğa başvuru zorunluluğu bulunmamaktadır.

SEBEPSİZ ZENGİNLEŞME ZAMANAŞIMI

Borçlar Kanunun 82. Maddesinde sebepsiz zenginleşmeye ilişkin zamanaşımı süreleri düzenlenmiştir. Sebepsiz zenginleşmede zamanaşımı bakımından iki farklı süre öngörülmüştür. Buna göre davacının geri isteme hakkının bulunduğunu öğrenmesinden itibaren iki yıllık süre içerisinde sebepsiz zenginleşme davası açması gerekmektedir. Ayrıca her durumda zenginleşmenin gerçekleşmiş olduğu tarihten itibaren on yıllık süre zarfında geri ödeme isteme hakkı zamanaşımına uğramaktadır.

Hizmet Tespit Davası

Hizmet tespit davası, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun 89. Maddesine dayanılarak açılmaktadır. Uygulamada sıklıkla sigorta tespit davası olarak da anılmaktadır. Genel olarak çalışanın sigorta primlerinin hiç ödenmemesi veya eksik ödenmesi sebebiyle açılan bir dava türüdür. Sonuçları itibariyle iş verenin sigortasız işçi çalıştırma cezasına maruz kalabileceği dava türlerindendir. Ancak sigortasız işçi çalıştırma hükümleri saklı olmak kaydı ile hizmet tespit davasının bir takım şartları bulunmaktadır. Sigorta tespit davaları içerisinde yoğun iş hukuku alanında bilgiler içermektedir. Bu nedenle Sakarya İş hukuku avukatı  (Adapazarı İş hukuku avukatı) olarak benzer davaların konusunda uzman hukukçu tarafından yürütülmesi tavsiye edilmektedir.

Hizmet Tespit Davasi

Hizmet Tespit Davası Şartları

  • Çalışan ya da işçi iş sözleşmesinden kaynaklı tüm yükümlülüklerini eksiksiz bir şekilde yerine getirmiş olmalıdır.
  • İşçi ve iş veren arasında kabul görmüş bir hizmet sözleşmesi var olmalıdır.
  • Hizmet tespit davasının zamanaşımı sürelerinin dolmadan önce açılması olması gerekmektedir.
  • İşçinin sigortasız bir şekilde çalıştığının veya sigorta primlerinin eksik ödenmiş olması nedeniyle yetkili kurum sosyal güvenlik kurumu tarafından daha önce bu konuda bir tespitin bulunmaması gerekmektedir.

Sigorta Tespit Davası

İşçi veya çalışan tarafından hizmet tespiti için iş veren aleyhine açılan davalar uygulamada daha çok sigorta tespit davası olarak anılmaktadır. Sigorta tespit davaları ile işçinin sigortasız olarak çalışmış olduğu günlerin tespitinin mahkemece yapılmasına olanak tanıyan davalardır. Hizmet tespit davasının veya sigorta tespit davasının işçi lehine sonuçlanması halinde; çalışanın ödenmeyen veya eksik ödenen günlerden ötürü geriye dönük şekilde sigorta primlerinin ödenmesi gerekmektedir.

HİZMET TESPİT DAVASI ZAMANAŞIMI SÜRELERİ

Hizmet tespit davası zamanaşımı süreleri beş yıl olarak belirlenmiştir. Belirtilen süre zarfından hizmet tespit davası; Veya diğer tabiri ile sigorta tespit davası açılmaması halinde davanın reddedileceği belirtilmektedir. Ancak hizmet tespit davası zamanaşımı sürelerinin bir takım istisnaları mevcuttur.

Hizmet Tespit Davası Zamanaşımı Süreleri İstisnaları

  • İşçiye ait sigorta primlerinin eksik veya hiç yatırılmadığının SGK müfettişlerince tespit edilmiş olması halinde,
  • İşçi statüsünden devlet memurluğuna geçiş halinde,
  • Çalışana ait maaş bordrosunun SGK’ya gönderilmemiş olmasına rağmen işe giriş bildirgesinin SGK’ya gönderilmiş olması durumlarında,
  • Sigorta primlerinin icra yolu ile tahsil edilmiş olması halinde,
  • Sigorta tespit davasına konu olan alacaklar için daha önce verilmiş bir yargı kararı bulunması durumlarında hizmet tespit davası zamanaşımı süreleri işlememektedir.

SİGORTASIZ İŞÇİ ÇALIŞTIRMA NEDİR?

Gerek Sosyal Sigortalar Kanunu; Gerekse İş Kanunu uyarınca; iş veren işçinin işe başladığı andan itibaren durumu; Sosyal Sigortalar Kurumuna bildirmekle yükümlüdür. İş verenin kendisine tanınan süre zarfında işçinin işe başladığını ilgili kuruma bildirmemesi; sigortasız işçi çalıştırma olarak anılmaktadır.

SİGORTASIZ İŞÇİ ÇALIŞTIRMA CEZASI

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 102. Maddesine göre sigortasız işçi çalıştırma cezaları iş verenin mevcut statüsüne göre değişiklik göstermektedir. İşverenin bilanço esasına tabi olarak defter tutması halinde; sigortasız işçi çalıştırma cezası; her yıl için ve her işçi için asgari ücretin otuz sekiz katıdır. Ayrıca iş verenin defter tutmakla yükümlü olmaması halinde; sigortasız işçi çalıştırma cezası her yıl için asgari ücretin yirmi dokuz katı tutarındadır. Son olarak iş verenin diğer defterleri tutmakla yükümlü olması halinde her yıl için asgari ücretin otuz iki katı tutarında sigortasız işçi çalıştırma cezası uygulanmaktadır.

Sigorta tespit davaları ya da hizmet tespit davaları içerisinde bir çok hukuki işlem içeren davalardır. Özellikle sigorta tespit davası zamanaşımı süreleri oldukça dikkat edilmesi gereken hak düşürücü sürelerdendir. Sigorta tespit davaları; Gerek işçi, gerekse iş veren açısından içerisinde bir çok hukuki işlem barındıran davalardan olması nedeniyle Sakarya İş Hukuku Avukatı olarak uzman kadromuzdan destek almanız mümkündür.

Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesi

Ölünceye kadar bakma sözleşmesi; Özellikle miras hukuku, borçlar hukuku kısmen de olsa icra hukuku alanında bir çok hüküm içeren sözleşmelerdir. Gerek miras bırakana, gerekse bakım yükümlüsüne bir takım hak ve yükümlülükler getirmesi nedeniyle hukuki sözleşme olarak nitelendirilmektedir. Bu doğrultuda ölünceye kadar bakma sözleşmesi; Miras hukuku alanında “mirastan mal kaçırma, vasiyetnamenin iptali, tenkis davası, terekenin tespiti veya ortaklığın giderilmesi” gibi bir çok davaya konu olabilmektedir. Miras bırakan, bakim yükümlüsü ve diğer varisleri yakından ilgilendirmesi nedeniyle ölünceye kadar bakma sözleşmesi miras avukatı vasıtasıyla düzenlenmesi oldukça önemlidir. Sakarya miras avukatı veya Adapazarı miras avukatı olarak uzman kadromuzdan gerekli desteği almanız mümkündür.

Olunceye Kadar Bakma Sozlesmesi

Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesi Nedir?

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 611. maddesinde ölünceye kadar bakma sözleşmesinin tanımı yapılmıştır. Buna göre; Herhangi bir nedenden ötürü bakıma muhtaç olan bir kişinin Malvarlığından bir kısmını bakım yükümlüsüne devretmeyi kabul ettiği sözleşmelere ölünceye kadar bakma sözleşmesi denilmektedir. Görüldüğü gibi bakıma muhtaç kişi mal varlığının bir kısmını bakım yükümlüsüne devretmesi ve bakım borçlusunun da buna karşılık olarak ilgiliye ölünceye kadar bakma vaadi ile her iki tarafa çeşitli hak ve yükümlülükler yükleyen sözleşmelerdir.

Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesi Şartları

Türk Borçlar Kanunun 612. maddesinde ölünceye kadar bakma sözleşmesinin şekil şartları belirtilmiştir. Belirtilen şekil şartlarını uyulmaması sözleşmenin geçersiz sayılmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle; Ölünceye kadar bakma sözleşmelerinde yasada öngörülmüş şekil şartına uyulması esastır. Hukuki niteliği itibariyle bir çeşit vasiyetname olarak nitelendirilmektedir. Bu nedenle ölünceye kadar bakma sözleşmeleri noterler vasıtasıyla veya kendilerine bu konuda yetki tanınmış diğer kamu kurumlarınca düzenlenmesi gerekmektedir. Sözleşmenin noterlerde düzenlenmesi halinde iki tanığın hazır bulundurulması zorunludur. Ölünceye kadar bakma sözleşmelerinde dikkat edilmesi gereken en önemli husus; Diğer mirasçıların saklı payına tecavüz de bulunulmamasıdır. Bu durumda ölünceye kadar bakım sözleşmeleri tenkis davalarına da konu olabilmektedir. Bu konuda tenkis davası ve saklı pay hakkındaki makalemizi incelemek için tıklayınız.

Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesi Nasıl Düzenlenir?

Ölünceye kadar bakma sözleşmeleri genel olarak Tapu Sicil Müdürlüklerinde ve noterlerden düzenlenmesi mümkündür. Tapu sicil müdürlüklerinde düzenlenecek olan, ölünceye kadar bakma sözleşmeleri bir çeşit tapu devri olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle; Tapu devrinde uygulanan usul ve esaslar ölünceye kadar bakma sözleşmelerinde de geçerlidir.

Diğer bir ölünceye kadar bakma sözleşmesinin yapılış şekli ise Noterlerdir. Noterlerde genellikle onaylama şeklinde gerçekleşmektedir. Bu nedenle onaylanacak akdin miras hukukuna hakim miras avukatı vasıtasıyla yapılması ve Türk Borçlar Kanunun 612. maddesinde belirtilen şekil şartına uyulması oldukça önemlidir.

Ölünceye kadar Bakma Sözleşmesinin İptali

Ölünceye kadar bakma sözleşmesinin iptali; Türk Borçlar Kanunun 615. maddesine dayandırılarak mümkündür. Türk Borçlar Kanunun 615. maddesine göre; Bakım alacaklısı , söz konusu sözleşme nedeniyle nafaka yükümlülüğünü yerine getirmekte zorlanması durumunda ölünceye kadar bakma sözleşmesinin iptali mümkündür. Bu durumda Ölünceye kadar bakma sözleşmesinin iptali; Tapu iptal davaları ve tenkis davaların da sebebiyet verebilmektedir.

Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmelerinde Tapu Devri

Yukarıda da belirtildiği üzere ölünceye kadar bakma sözleşmeleri; Tapu Sicil Müdürlüklerinde veya noterlerde yapılması mümkündür. Tapu Sicil Müdürlüklerinde yapılacak olan sözleşmelerde aynı anda tapu devri de gerçekleşmektedir. Ancak noterler aracılığı ile yapılan ölünceye kadar bakma sözleşmeleri sonrasında tapu devir işlemleri için Tapu Sicil Müdürlüklerinde ayrı tapu devri yapılması gerekmektedir.

Gerek ölünceye kadar bakma sözleşmelerinin düzenlenmesi ve hazırlanması, gerekse tenkis davası ve saklı pay davaları; Miras avukatı vasatıyla yürütülmesi önem arz etmektedir. Sakarya miras avukatı olarak bu konuda uzman kadromuzdan destek almanız mümkündür.

Tenkis Davası

Tenkis davası miras hukuku alanında sıkça karşılaşılan uyuşmazların başında gelmektedir. Murisin tasarruf özgürlüğü dışında hareket ederek diğer mirasçıların saklı payına yapmış olduğu tecavüzler tenkis davasının konusunu oluşturmaktadır. Söz konusu saklı paya yapılacak tecavüzün ortadan kaldırılması için tenkis davası açılmaktadır. Konusu itibariyle daha çok mirastan mal kaçırma işlemlerinde karşılaşılmaktadır. Ancak tenkis davasının konusunu genellikle saklı pay oluşturmaktadır. Bu nedenle saklı pay nedir? Saklı pay oranları nelerdir? sorularına kısa da olsa yanıt vermekte fayda vardır. Miras hukukuna bağlı meydana gelen uyuşmazlıklarda Sakarya miras avukatı (Adapazarı miras avukatı) olarak dilediğiniz zaman uzman kadromuzdan destek almanız mümkündür.

Tenkis Davasi

Saklı Pay Nedir?

Saklı pay miras bırakanın yasal mirasçılarına saklı pay oranları ile tanınmış olan ve tasarruf sınırı dışında kalan malvarlıklarıdır. Miras bırakan sağlığında kendisine ait malvarlıkları üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. Ancak bu yetkinin saklı pay üzerinde de kullanılması mümkün değildir. Bu anlamda tenkis davasının konusu da saklı paya yapılan müdahaleler oluşturmaktadır.

Saklı Pay Oranları Nelerdir?

Saklı pay oranları hakkında bilgi vermeden önce saklı pay sahipleri kimler? Olduğu konusunda bilgi verilmelidir. Türk Medeni Kanununda belirtilmiş saklı ay mirasçıları;

  1.  Çocuk ve torunlardan oluşan miras bırakanın alt soyu
  2. Sağ kalan eş
  3. Varisin anne ile babası

Çocuklar, torunlar ve torun çocukları gibi alt soydan oluşan varisler için saklı pay oranı 1/2’dir. Anne ve babadan oluşan varislerde ise saklı pay 1/4 oranındadır. Ayrıca alt soy ile sağ kalan eşin birlikte varis durumda olması halinde mirasın tamamı saklı pay oranı olarak kabul edilmiştir. Ancak varislerin büyük anne ve büyük babadan oluşması durumda saklı pay 3/4 oranında belirlenmiştir.

Tenkis Davası Zamanaşımı

Tenkis davası zamanaşımı süreleri niteliği itibariyle hak düşürücü süreler olarak değerlendirilmektedir. Türk Medeni Kanununun 571.maddesine göre dava açma süresi yukarıda belirtilen saklı pay sahiplerinin saklı paylarının ihlal edildiğini öğrenmelerinden itibaren bir yıl içinde açılması gerekmektedir. Her durumda ise vasiyetnamenin açılmasından sonra on yıllık süre içerisinde tenkis davası zamanaşımına uğramaktadır.

VASİYETNAMENİN İPTALİ VE TENKİS DAVASI

Vasiyetnamenin iptali ve tenkis davası sonuçları itibariyle benzerlik göstermeleri nedeniyle sıklıkla karıştırılmaktadır. Bu nedene Vasiyetnamenin iptali ve tenkis davası ayrımının yapılmasında yarar vardır. Vasiyetname düzenlenmesi bir takım kurallara tabidir. Yasada düzenlenen kurallar haricide düzenlenmiş bir vasiyetname; vasiyetnamenin iptali davalarına konu olabilmektedir. Yukarıda açıklandığı üzere mirasçıların saklı paylarına ilişkin miras bırakanın tasarrufta bulunması sonucu açılmaktadır.

TENKİS DAVASI NASIL AÇILIR?

Tenkis davasında genel olarak davacı; Saklı pay sahibi olan mirasçılardır. Ayrıca mirasçılar ile alacaklı durumda olan kişilerinde tenkis davası açması mümkündür. Tenkis davaları saklı payına müdahale edilen tüm mirasçılar tarafından birlikte açılabileceği gibi hak sahiplerinden sadece birisinin tenkis davasını açması mümkündür. Ancak bu durumda lehe verilebilecek bir karardan dolayı diğer varislerin yararlanması mümkün değildir.

Tenkis Davası Görevli ve Yetkili Mahkeme

Tenkis davalarında görevli mahkeme kural olarak Asliye Hukuk Mahkemeleridir. Ayrıca tenkis davası her adliye bünyesinde bulunan Asliye Hukuk Mahkemelerinde açılması mümkün değildir. Bu nedenle tenkis davalarında öncelikle yetkili mahkemenin belirlenmesi gerekmektedir. Miras bırakanın ölmeden önce son olarak ikamet etmiş olduğu yer mahkemesi tenkis davalarında yetkili mahkemedir. Miras bırakanın son olarak ikamet etmiş olduğu yer adresinin tespit edilememesi halinde tenkis davalarında yetkili mahkeme miras bırakanın nüfusa kayıtlı olduğu yer mahkemesidir.

Tenkis Davaları konusunda yukarıda verilen bilgilerden de anlaşılacağı üzere; Miras avukatı tarafından yürütülmesi oldukça önemlidir. Sakarya miras avukatı ve Adapazarı miras avukatı olarak bu konuda konusunda uzman kadromuzdan destek almanız mümkündür.

Malpraktis

Malpraktis; Genel anlamı ile herhangi bir meslek icrası sırasında bilgisizlik, tecrübesizlik veya herhangi bir hata sonucu meydana gelen zarardır. Ancak günümüzde daha çok tıp bilimi üzeride şekillenmiştir. Bu nedenle daha çok doktor hatası olarak da bilinmektedir. Ayrıca malpraktis için sağlık çalışanı veya doktorlar için kusurları oranında uygulanabilecek cezai yaptırımlar, Malpraktis davaları ve Malpraktis tazminat konuları hakkında bilgiler verilecektir. Doktor hataları sonucu meydana gelen zararların tazmini; özellikle tazminat hukuku ve ceza hukuku alanında uzmanlık gerektiren konulardandır. Bu nedenle söz konusu davaların ceza avukatı ve tazminati hukukuna hakim avukat tarafından yürütülmesi oldukça önemlidir.

Malpraktis

Malpraktis Nedir

Malpraktis nedir sorusuna en basit anlamı ile verilecek cevap; yanlışlık veya hata sonucu zarara neden olmaktadır. Bu zarar genellikle kişinin vücut bütünlüğüne veya sağlığına karşı bir zarardır. Meslek hatası nedeniyle mal varlığına yönelik bir zarar oluşması halinde malpraktisden söz edilmesi mümkün değildir.

Tıbbı Malpraktis

Tıbbı malpraktis; Türk Hekimler birliğinin “Hekimlik ve Meslek Etik Kuralları” çerçevesinde oluşmuştur. Çoğunlukla doktor veya sağlık çalışanları hataları malpraktis olarak tanımlanmaktadır. Doktor hataları meydana gelme şekilleri bakımından genel olarak;

  • Yanlış işlem yapmak (Yanlış Teşhis)
  • Doğru işlemi yanlış yapmak
  • Doğru işlemi yapamamak (Tecrübesizlik)

Şekillerinde gerçekleşmektedir. Tıbbı malpraktisin meydana gelme nedenleri düşünüldüğünde daha genel bir tanım yapmak gerekirse; Tıbbi muayene veya müdahalenin planlandığı şekillerde gerçekleştirilememesidir.

Malpraktis Örnekleri

Malpraktis örnekleri doktor veya sağlık çalışanlarının hatalarından kaynaklanabileceği gibi idari bir işlemin yerine getirilmemesi sebebiyle de olabilmektedir. Çoğunlukla malpraktis; tanı veya muayene hataları, tedavi hataları ve hukuka aykırı davranışlar gibi gerçekleşmesi mümkündür.

Tanı ve Muayene Hataları

  • Konsültasyon hataları
  • Laboratuar ve tetkik hataları
  • Yetersiz anamnez

Tedavi Hataları

  • Tedavinin geciktirilmesi
  • Yanlış ilaç veya ilaç doz aşımı
  • Yanlış cerrahi müdahale
  • Erken taburcu
  • Olası komplikasyonları öngörülmemesi
  • Hijyen kurallarının ihlal edilmesi

Hukuka Aykırı Davranışlar

  • Tedavi, muayene veya cerrahi müdahale öncesi aydınlatılmış onam formu
  • Tıbbı kayıtların tutulmasında gerekli özen ve itinayı göstermemek
  • Hekim – Hasta sözleşmesine aykırılık

MALPRAKTİS DAVALARI          

Doktor hatası sonuu kusurlu olduğu tespit edilen doktor veya sağlık çalışanlarının iki türlü dava ile karşılaşmaları mümkündür. Genel olarak bu tür davalara uygulamada malpraktis davaları denilmektedir. Bunlar cezai yönden yapılacak olan ceza davaları ve sağlık çalışanı ve doktorun hatasından kaynaklanan tazminat davalarıdır. Her iki dava sonucunda sorumlular gerek cezai yönden gerekse tazminat hukuku açısından ağır yaptırımlarla karşılaşa bilmektedirler. Ancak sorumlunun tespiti açısından sağlık çalışanının malpraktise sebebiyet veren uygulamayı yapıp yapmamaya yetkili olup olmadığının tespit edilmesi gerekir. Şöyle ki çalışan söz konusu tıbbi müdahaleyi yapmaya yetkili olmadığı halde müdahalede bulunması sonucu herhangi bir suç teşkil eden yaralanma, sakat kalma veya ölüm gerçekleşmesi halinde kişi cezai yönden çok daha ağır yaptırımlarla karşılaşabilmektedir.

Malpraktis Arabuluculuk

Malpraktis davalarında arabuluculuk tedavi görülen hastanenin statüsüne göre farklılık göstermektedir. Şöyle ki tedavi görülen veya muayene olunan hastane veya poliklinik özel hastane statüsünde ise; hastane veya hekime karşı açılacak olan bir hukuk davasında öncelikle kural olarak arabuluculuk müessesesinin uygulanması gerekmektedir. Ancak tedavi veya muayene olunan hastane kamu hastaneleri statüsünde ise doktor hataları nedeniyle açılacak olan davalar genellikle idare mahkemelerinin görev alanını girmektedir. İdare mahkemelerine başvuru öncesi herhangi bir arabuluculuk şartı bulunmamaktadır. Bu nedenle dava öncesi hastane veya polikliniğin statüsünün tam olarak tespit edilerek malpraktis dava açma yoluna gidilmesi gerekmektedir.

MALPRAKTİS CEZASI

Malpraktis cezası fail hakkında yani hekim veya sağlık çalışanının; malpraktise konu olan davranış biçimine göre; Türk Ceza Kanununda belirtilen suç tipleri ile ilişkilendirilerek değişik müeyyideler uygulanabilmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki malpraktise konu olay ile hekimin davranışı arasında illiyet bağının kurulması gerekmektedir. Bu illiyet bağının bulunup bulunmadığı; Adli Tıp Kurumunca incelenerek tıbbı evraklar ile gerektiğinde hastanın huzurda görülmesi veya otopsi işlemleri ile tespit edilmektedir. Ayrıca illiyet bağının bulunması failin üzerine atılı suçun niteliği; dolayısıyla malpraktis cezasına konu olabilecek uygulanması gerekli kanun maddesinin tespiti açısından da önem arz etmektedir. Uygulamada malpraktis cezasına konu olabilecek Türk Ceza Kanununda belirtilmiş suçları belirtmek gerekirse;

  • Taksirle Yaralama

Malpraktisin oluşmasına neden olan olaydan dolayı kişinin; TCK 89 maddesi kapsamında yaralanması söz konusu olduğunda fail; “üç aydan bir yıla kadar hapis veya adli para” cezası ile cezalandırılmaktadır. Malpraktis sonucu taksirle yaralama suçunu oluşturacak şekilde bir yaralanma meydana gelmiş ise failin üzerine atılı suç takibi şikâyete bağlı ve ayrıca uzlaşma kapsamında bir suçtur.

  • Taksirle Ölüme Sebebiyet Verme

Doktor hatalarında sıklıkla karşılaşılan bir durum ölüm olayının gerçekleşmesidir. Bu durumda fail TCK 85 maddesi uyarınca cezalandırılması mümkün olabilmektedir. Malpraktis sonucu ölüm gerçekleşmesi halinde failin; “iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası” ile cezalandırılması mümkündür.

  • Görevi İhmal – Görevi Kötüye Kullanma

Malpraktisin meydana gelmesinde fail görevini kötüye kullanmış veya görevini ihmal etmiş olması halinde failin hareketine göre; TCK 257/1 maddesinde belirtilen görevi kötüye kullanma veya; TCK 257/2 maddesinde belirtilen görevi ihmal suçlarından yargılanması mümkündür. Malpraktisin görevi kötüye kullanma şeklinde gerçekleşmesi halinde failin eylemi başkaca daha ağır bir cezayı gerektiren suç oluşturmadığı durumlarda; “altı aydan iki yıla kadar hapis” cezası ile cezalandırılmaktadır. Malpraktis failin görevini ihmal etmesi sonucu gerçekleşmesi halinde; “üç aydan bir yıla kadar hapis” cezası ile cezalandırılacağı öngörülmüştür.

Malpraktis Yargılama

Hekim veya sağlık çalışanının malpraktis meydana gelmesinden dolayı ayrıca eylemi Türk Ceza Kanunun kapsamında belirtilen; taksirle yaralama (TCK 89), taksirle ölüme sebebiyet verme (TCK 85) veya; görevi ihmal ya da görevi kötüye kullanma; (TCK 257) suçlarını oluşturması halinde her üç suç tipi içinde cezaların üst sınırları itibariyle yargılama görevi Asliye Ceza Mahkemelerindedir.

MALPRAKTİS TAZMİNAT

Malpraktis tazminat çoğunlukla hastane ve idare aleyhine açılmaktadır. Şöyle ki söz konusu zararın meydana geldiği hastane özel hastane statüsünde olması halinde hukuk mahkemelerinde dava açılmaktadır. Ancak doktor hatası kamu hastanelerinde meydana gelmiş ise tazminat konusunda idare mahkemelerinde dava açılmaktadır. İdare mahkemelerinde açılacak olan davalarda genellikle bu konuda ceza davası mevcut ise kusur tespiti için ceza yargılamasının sonucu beklenmektedir. Malpraktis için kamu adına yani idare mahkemelerinde dava; tam yargı davaları şeklinde açılabilmektedir. Yukarıda detayları belirtildiği üzere kişinin TCK 89 maddesi kapsamında yaralanması ve; TCK 85 maddesi kapsamında ölümünün gerçekleşmesi yada başkaca durumlar göz önüne alındığında; tazminat miktarı konusunda genel geçerli bir tutar bulunmamaktadır.

Yukarı kaydır
Whatsapp Üzerinden Danışın.